Geçtiğimiz çarşamba günü, Türkiye ekonomisinin önümüzdeki üç yıl için hedeflerini ve beklentilerini gösteren Orta Vadeli Program (OVP) açıklandı. Bugüne kadar açıklanan her OVP’de olduğu gibi bu yıl da ekonomistler konuyu yakından takip ettiler. Ancak bu yıl, geçtiğimiz yıllardan farklı olarak tüm toplum da OVP tartışmalarına dahil oldu.

Bunun en temel nedeni ise hükümetin kamu gelirlerini arttırabilmek adına OVP ile birlikte uygulanacağını belirttiği zamlar oldu. Motorlu taşıtlardan, internete, gelir vergisinden sigara kağıdına kadar birçok farklı kalemde vergi artışı ve yine vergi indirimlerinin olduğu beyaz eşya, konut gibi alanlarda vergi indirimlerinin devam etmeyeceği açıklaması herkesin dikkatini çekti. Özellikle orta gelirli kesimleri yakından ilgilendiren değişiklikler Çarşamba’dan bu yana gündeme damgasını vurdu.

Ekonomistler için aslında bir tarafıyla teknik bir politika değişikliği anlamına geliyor bu değişiklikler. Özellikle 2016 yılı ortasından beri ekonomide yaşanan durgunluk, maliye politikasında yaşanan gevşeme (kamunun daha fazla harcama yapması ve vergi gelirlerinden vazgeçerek tüketimi teşvik etmesi) yerini sıkılaşmaya bırakıyor bu adımlarla. Nitekim benim de içinde olduğum birçok ekonomist bir süreliğine gevşek bir maliye politikası uygulamasının büyümedeki durgunluğu aşmak açısından yararlı olduğunu ancak bunun sürdürülebilir olmadığını, doğru bir zamanlama ile yeniden “normal şartlara” dönüş olması gerektiğini ifade ediyordu. Teknik olarak atılan bu adım, ekonomistlerin en azından politika değişikliği beklentisini karşılıyor. Ancak maalesef çok daha farklı sonuçlarla.

Ancak yapılan açıklamalara ve OVP’ye bakıldığında, bütçedeki açığın 2016 yılında 29,9 milyar TL iken 2017 yılında iki katından fazla artacağı öngörülüyor ve 61,7 milyar TL’ye çıkması bekleniyor. Takip eden yıllarda da açığın bu seviyelerde devam etmesi bekleniyor. Yani rakamlar ile söylenenler bir anlamda birbirini tutmuyor. Rakamlar harcamaların devam edeceğini gösteriyor.

Açıklanan önlemler ve OVP’ye bakıldığında maliyenin önümüzdeki dönemde gevşek maliye politikasına devam edeceği, bunu yapabilmek için ise vergi gelirlerini arttırmaya yöneldiği net bir şekilde anlaşılıyor. Yani ilk etapta gelirlerin arttırılması ile sıkı maliye politikasına dönüldüğü mesajını veren OVP, kamunun harcamalardan vazgeçmeyeceğini de net bir şekilde gösteriyor.

Bu tarafıyla ne yapılmaya çalıştığını anladığımızı varsayalım. Fakat bu uygulamaların sonuçları acaba istenen sonucu verebilecek mi?

***

Bir çok ekonomist kendi bakış açıları çerçevesinde bu soruya yanıt vermeye çalışıyor. Ben de görüşlerimi çok uzatmadan ifade edeyim.

Kötü bitirdiğimiz 2016 yılının ardından ilk iki çeyrekte Türkiye ekonomisi %5 civarında bir büyüme yakaladı. (TÜİK’in hesaplama yöntemleri tartışmalarını bir kenara koyalım!) Bu büyümede görüyoruz ki tüketim harcamaları ve kamu harcamaları ana motor. Yeni açıklanan OVP ile özellikle tüketimin motoru olarak sayabileceğimiz orta gelirli kısımın gelirinde artan vergilere bağlı düşüş ve bu kesimin daha çok tükettiğini bildiğimiz ürünlerin fiyatlarında vergi artışlarına bağlı olarak zamlar yaşanacak. Yani büyümede hanehalkı tüketimi tarafından bir miktar vazgeçilmiş görünüyor.

Bu değişim talebi bir miktar frenleyeceği için enflasyondaki hareketlenmeyi de durdursun isteniyor. Ama zamlar ve kamu harcamaları ile toplam talep yine de belirli bir seviyede kalmaya devam edecek. Buradaki temel tercih harcayanın kim olacağı konusunda olmuş. Kamu vatandaşın cebinden alarak, sen dur ben harcayayım, şirketleri destekleyeyim diyor.

Yani toplamda bakıldığında büyümedeki hareketlenme bu değişikliklerin ardından özellikle son çeyrekte yavaşlayacak gibi.

Enflasyon ise bir süredir hep söylüyoruz, talep kadar maliyetlerin artışı ile ilgili. Dolayısıyla talebi frenlemek enflasyonu yeniden hedeflenen yerlere taşımak için yeterli değil. OVP hedefinin 2017 için %9,5 gibi yüksek bir beklentiye dönüştürülmesi de enflasyonda yavaşlamanın sınırlı olacağına işaret ediyor. Öte yandan bu beklentinin dahi gerçekleşmeyeceği, yılı çift hanede bitireceğimiz kesin gibi.

Bu adımlarla büyümenin yavaşlaması kaçınılmaz ve enflasyondaki yükselişin frenlenmesi pek mümkün görünmüyor. Bu da kısa vadeli faiz, kur gibi değişkenleri de belli ki istenilen noktalara getirme konusunda bize pek imkan vermeyecek.

Öte yandan faizdeki yükselişin devam etmesinin en temel toplumsal sonuçlarının başında gelir dağılımındaki adaletsizliğin geldiğini hep söyleriz. Nitekim TÜİK tarafından yapılan yıllık gelir dağılımı açıklaması sonuçlarına bakarsanız son üç yıldır gelir dağılımında adaletsizliğin daha da arttığını görmek mümkün. Bu noktada OVP ve yeni politika yaklaşımının büyüme ve enflasyonda mevcut trende en azından olumlu bir katkısı olmayacağı görülürken acaba işsizlik, gelir adaletsizliği vs. gibi toplumsal sorunlara bir çözüm getirme olasılığı var mı?

İşte bence asıl problem burada. Zira yeni politika vergi gelirlerini arttırırken, harcamaların devamını öngörüyor. Yani orta gelirli kesimden toplanan vergiler, kamu yatırımları ve destek ve teşviklerle özel sektöre aktarılmaya devam edecek. (KGF ve diğer mekanizmaların devam edeceği açıklamalarına dayanarak bunu rahatlıkla söyleyebiliriz.) Bu destek yaklaşımının işsizlikteki artışı durdurma konusunda çok da başarılı olmadığını ilk 9 ayda gördük. Nitekim OVP’de açıklanan rakamlara bakıldığında da işsizliğin önümüzdeki birkaç yıl içinde önemli bir şekilde azalmayacağını hükümet de kabul etmiş durumda. Zira 2016’da %10,9 olan işsizlik için OVP’deki beklentiler 2017’de %10,8 olarak belirlenmiş. Sırasıyla 2018 ve 2019 için beklenti %10,5 ve %9,9.

Ancak buna ek olarak desteklerin devamı için vergi gelirlerini arttırmak, dar ve orta gelirli vatandaşlardan alıp kamu harcamalarına aynen devam etmek (kamu yüklenicilerine ve KGF ile özel sektöre) gelir transferi yapmaktan başka bir sonuç yaratmayacak. Bunun da rakamlara yansımasını seneye Eylül ayında TÜİK gelir dağılımı rakamlarını açıkladığında görmüş olacağız.

Bütün bu karamsarlık içerisinde size bir iyi bir de kötü haberim var.

Önce iyi haber. İyi haber, OVP hedefleri henüz gerçekleşen rakamlarla bugüne kadar genellikle örtüşmedi. Yani küçük de olsa bu sefer yanılma belki olumlu olur diyebilir miyiz? İşte o noktada kötü haber devreye giriyor.

Kötü haber, bu gerçekleşmeyen tahmin ve beklentiler hep maalesef daha olumsuz sonuçlarla bizi karşı karşıya bıraktı.

Dolayısıyla bu çizdiğimiz tablonun daha kötüsüne şimdiden hazırlıklı olmamızda yarar var.