Geçtiğimiz hafta cuma günü enflasyon rakamları açıklandı. Yıllık enflasyon %12,62’ye çıkarken, ilk altı ay enflasyonu da %5,75 oldu. %5,75 rakamı önemli! Zira salgınla beraber neredeyse üç aylık süreçte insanların para harcamaktan çekindiği, dolayısıyla da talepteki düşüş ile enflasyondaki artışın sınırlı kalacağı bekleniyordu. Bu rakamla 2020 yılının ilk altı ayındaki enflasyon, görece daha normal geçen 2019 yılı ilk altı aylık enflasyonunu bile aşmış oldu. Hatırlatmak için yazayım, 2019 ilk altı ay enflasyon oranı %5,15 olarak gerçekleşmişti.

Yine bir başka önemli durum da 2017 yılının şubat ayında yıllık %10,13’e çıkan enflasyonun, o tarihten bu yana geçen 3,5 yıla yakın süre içerisinde sadece iki kez tek hanede kalmış olması. Tek haneli yıllık enflasyonu gördüğümüz o iki ay ise 2019’un sonunda, eylül ve ekim ayları idi. Daha önce bu satırlarda da ifade ettiğimiz gibi, o aylarda enflasyonun tek haneye inmesinin temel nedeni bir önceki yıl roket gibi zıplayan fiyatlardan kaynaklanan baz etkisi idi. Enflasyondaki o süreçte yaşanan düşüşün, takip eden dönemde uygulanan ekonomi politikası nedeniyle kalıcı olmayacağını ifade etmiştik.

Neydi bu ekonomi politikası çerçevesi?

Yine hatırlatalım! 2019 Ağustos’unda o dönemdeki Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya görevden alınmasının ardından, hükümet düşük faizli krediler ve tüketim artışına dayanan bir ekonomi politikası çerçevesine geri döndü. Politika faizi, %24’lerden hızlı bir şekilde önce %10’lara çekildi. Son toplantılarla birlikte %8,25’e kadar inen faizlerle birlikte kredi faizleri de gevşedi. Hatta politika faizinin gevşemesi yetmedi, pandemi dönemiyle birlikte kamu bankaları da devreye girdi ve zararına kredi dönemi başlamış oldu!

Yukarıda anlattığım süreçteki yaklaşımın neredeyse tıpatıp aynısını 2017 itibariyle de görmüştük. O dönemde de piyasa koşullarına aksi bir şekilde faiz arttırmaya direnen Merkez Bankası, tüketim ile ayakta tutulan ekonomik büyüme ve bu iki unsura eşlik eden yükselen enflasyon ve cari açık, bizi 2018 ağustosundaki krize götürmüştü.

Ekonomi yönetimi hem geçmişteki bu deneyimi hem de ekonomistlerin uyarılarını dün olduğu gibi bugün de dikkate almayıp, düşük faiz ve borçlanmaya dayalı tüketim temelli bir büyüme temposu peşinde. Ancak hep belirttiğimiz gibi sürdürülebilir bir gelir artışı yaşamayan toplum için bu talep oldukça geçici ve gelecekten ödünç alınan bir talebe işaret ediyor. Diğer yandan bu geçici talep ise kalıcı yüksek enflasyon ve yine hortlayan bir cari açığı da beraberinde getirmeye başladı.

Elbette bu süreçte pandeminin genel olarak olumsuz etkileri yaşansa da bir miktar hükümetin işine de geldiğini ifade etmeliyim. Ekonomi yönetimi, 2020 ikinci çeyrekte geçtiğimiz yılın sonunda başlayan ekonomik büyümeyi daha da hızlandırmayı amaçlarken pandemi ortaya çıktı. Bu açıdan hem büyümenin durmasının mazereti ortaya çıktı, hem de aslında ekonomi yönetiminin arayıp da bir türlü denk getiremediği parasal genişleme fırsatı yakalanmış oldu. Yani kredi büyümesi ve para arzındaki artışı gerekçelendirmekte güçlük çeken ekonomi yönetimi, salgın ile birlikte kendine bu araçları kullanacak ortamı bulmuş oldu. Nitekim özellikle kamu bankaları eliyle iyice gaza basıldı ve son altı aylık süreçte 500 milyar TL’lik bir kredi genişlemesi yaşandı. Krizden önce bankaların toplam kredi alacaklarının 2,5 trilyon TL olduğu dikkate alındığında altı ayda böylesi bir genişlemenin ne kadar büyük olduğu net bir şekilde görülecektir.

Ancak bütün bu çabaların normal zamanlarda dahi Türkiye ekonomisini taşıdığı nokta hızlı artan tüketim, enflasyon ve cari açık sarmalı iken, daha yakın geçmişte çok acı bir deneyim dururken, üzerine şimdi bir de ciddi bir parasal genişleme, kamu ve özel sektör borçluluğu eklemek fikri oldukça riskli. Ve bütün bunları biz görürken Ankara’daki siyasetçilerin ve ekonomi bürokrasisinin görmediğini düşünmek ise mümkün değil! Yani her şey göz göre göre oluyor.

Peki neden böyle?

İşte asıl onun cevabı ise daha fazla can yakıcı!

Çünkü son 5 yılda içeride ve dışarıda, tüm piyasalarda öyle kısa vadeli, günü kurtaran adımlara odaklanıldı ki şu an elimizde başka bir yöntem kalmadı!

Öyle olunca da tek seçenek yine kısa vadede hormonlu bir büyüme yaratmak, kriz geldiğinde de başkalarına suç atmak oluyor!