2008 Küresel Finansal Krizi’nden bu yana ilk kez dünya bu kadar zorlu bir döneme girdi. İşin kötü tarafı bu kez sadece ekonomik olarak değil aynı zamanda ciddi bir sağlık tehdidiyle de karşı karşıyayız. Sağlık tarafını zaten uzun uzun uzmanlar değerlendiriyor. Söz konusu sağlık olunca başka bir konu konuşmak zor oluyor ama ben biraz daha ekonomik etkilere odaklanmak istiyorum. Nitekim son birkaç yıldır halı altına süpürülen birçok meselenin de bir anda gün yüzüne çıkmasına neden olan hastalık ile insanların yanı sıra ekonomilerin de ateşi bir hayli yükseldi.

Özellikle ABD-Çin ticaret savaşları ile başlayan küresel durgunluk ihtimalleri ve olumsuz beklentiler, başta ABD olmak üzere kriz sonrası toparlanan gelişmiş ülke ekonomileri için en temel risk haline gelmişti. ABD’deki seçimlerin gerçekleşeceği Kasım 2020’ye doğru giderken daha kötümser bakan uzmanlar, küresel durgunluk için temel riskleri ticaret savaşları ve bu savaşları başlatan ABD Başkanı Donald Trump olarak tanımlıyorlardı. Her ne kadar yeni yıla ABD-Çin arasında bir ticaret anlaşmasına yaklaşıldığı haberi ile girmiş olsak da bu haberin ardından gelen Çin’de başlayan salgın haberi tüm iyimserliği sildi attı. Ve bahsettiğimiz bu risklere çok daha büyük yeni bir riski daha ekledi.

Çin’de başlayan, ardından başta G.Kore, Japonya, İran ve İtalya üzerinden de bütün Avrupa’ya yayılan salgın tüm beklentileri de alt üst etti. Bu süreçte borsalar defalarca sert düşüşler yaşarken, “güvenli liman” altın fiyatlarında ise ciddi fiyat artışlarını gördük. Hikayenin içerisine son dönemde petrol fiyatları, Rusya-S. Arabistan çekişmesi de geçtiğimiz hafta itibariyle eklenince durum bir hayli çetrefilli hale geldi. Biz şimdilik o kısmı bir kenara bırakıp yaşanan salgının dünya ekonomisi ve Türkiye ekonomisi için sonuçlarına değinmeye çalışacağım.

Öncelikle salgının ortaya çıktığı günden bu yana tüm uluslararası kuruluşların küresel ekonomik büyümeye yönelik tahminlerini düşürdüğünü söylemeliyim. IMF tarafından yapılan tahminlere göre 2019’da dünya ekonomisi %2,9 büyüdü. 2020 için ise durum bir hayli endişe verici. OECD, 2020’de küresel ekonomik büyüme beklentisini Kasım’dan bu yana %0,5 aşağı revize etti ve %2,4’lük büyüme beklediğini belirtti. Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s ise küresel ekonomik büyüme beklentisini %2,1’e kadar indirmiş durumda. Rakamlar yavaşlamayı işaret ederken daha büyük risk olarak ise dünyada üretimin kalbi durumunda olan Çin ve AB ekonomileri arasında en problemli ülkelerden biri olan İtalya’nın gelişmelerden en çok etkilenen ülkeler olduğunu not etmemiz lazım. Çin ve İtalya’da salgının yayılarak devam etmesi, bir sonraki süreçte sadece hastalığın değil ciddi bir küresel ekonomik krizin de salgın halinde yayılmasına neden olabilir. Nitekim daha şimdiden “arz şoku” ve “yüksek enflasyonla birlikte durgunluk – stagflasyon” kelimeleri sıkça telaffuz edilir hale geldi.

Öte yandan koronavirüsün dünya ekonomisinde yaratacağı potansiyel olumsuz etkiye yönelik olarak ABD’deki Brookings Enstitüsü de bir çalışma yapıp geçtiğimiz hafta yayınladı. Çalışmada aralarında Türkiye’nin de olduğu yirmi ülke ve altı ana sektör üzerinden analizler yer alıyor ve yedi farklı senaryo çalışılmış. Çalışmada en iyi senaryoda dahi koronavirüsün dünya ekonomisine maliyetinin 283 milyar dolar olacağı ifade edilmiş. Bu senaryoda Türkiye’nin kaybı ise diğer ülkelere göre oldukça sınırlı hesaplanmış. Üç milyar dolarlık bir milli gelir kaybı hesaplanmış. Felaket senaryosunda ise küresel ölçekte 9 trilyon dolarlık bir gelir kaybından bahsediliyor ki bu senaryoda ölüm oranlarının artması ve yayılmanın da ciddi bir şekilde gerçekleştiği varsayılıyor. Bu senaryoda Türkiye’nin gelir kaybı ise 130 milyar doları buluyor.

Elbette ki bunlar sadece belirli senaryolara dayanan tahminler. Umarız ki en iyiden daha iyi senaryo ile bu süreci geride bırakabiliriz. Ancak hastalığın yayılmaya başladığı ilk dönemde Çin’den tedarik edilen malların Türkiye’den alınacağı ve daha iyi şartlar oluşacağını düşünenlerin söyledikleri de bir kez daha boşa çıktı.

Unutmayalım ki tüm dünya için kötü olan herhangi bir olayın dünyaya bu kadar entegre olmuş herhangi bir ülke için – Türkiye dahil – iyi sonuçlar vermesini beklemek mümkün değil.

İmalatı ithalata bağımlı, büyümesi son dönemde ihracat desteği ile ayakta kalan Türkiye ekonomisinin ana tedarikçi ülkelerinin başında gelen Çin’de başlayan salgını, ana pazarımız olan Avrupa’daki yayılması ile beraber ele aldığımızda, maalesef Türkiye’nin bu süreçten ekonomik olarak olumsuz etkilenmemesi mümkün değil.

Ayrıca hala 2018’de yaşadığımız şokun etkileri ekonomide sürerken, sokakta vatandaş pahalılık ve işsizlikten dert yanarken bir de böylesi bir küresel kriz ortamında kalmamız ise derdimizi daha da katladı. TÜİK tarafından dün hesaplanan rakamlara göre işsizlik hala %14’e yakın, enflasyon ise %12’nin üzerinde seyrediyor. Bu şartlarda yaşanması muhtemel bir arz şoku ile tüm dünyada oluşacak enflasyonist ortamda Türkiye’de enflasyonun, üretimin durma noktasına geldiği bir ortamda da işsizliğin düşmesi maalesef pek mümkün görünmüyor. 4,5 milyona yaklaşan işsizler ordusu için de çok üzülerek belirtmeliyim ki henüz kara görünmüş değil.

Bu karamsar tablodan hızlı çıkış ise önce küresel ölçekte koronavirüs meselesinin çözümü ile yakından ilişkili. Dünya, yaz gelmeden bu şok ve panik ortamına son verebilirse, belki yılın ikinci yarısında daha iyi şartları konuşmak mümkün olabilir. Bu noktada Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir umut vaat eden birkaç husus ile bu haftanın yazısını bitirelim.

Dünya Ekonomik Forumu’nun altığını çizdiği ilk husus teknoloji ve bilimdeki gelişmeler ile virüsün tanısının geçmiş yıllarda ortaya çıkan benzer hastalıklara göre çok hızlı yapılmış olması. Örneğin 1991 yılında dünyada ortaya çıkan HIV’nin tanımlanması 1,5 yıl sürerken, koronavirüste bu süre sadece on gün aldı. Öte yandan şu ana kadar bu konuyla ilgili bilim insanları iki ayda 1000’e yakın yayın yapmış durumda. Yani ciddi bir çaba sarf ediliyor. Son olarak henüz ne kadar etkili olduğu bilinmese de virüse karşı aşı geliştirilmesi sürecinde de prototiplerin deneniyor olması bir başka umut vaat edici gelişme.

Umuyorum tüm bu karamsar tabloya rağmen son yazdığımız paragraf baskın gelir ve biz de küresel şokun etkilerini hızla atlatıp kendi ekonomik sorunlarımıza odaklanabilecek bir zamanı kazanırız.   Kaynak: Bahsedilen Brookings raporunun tamamı https://www.brookings.edu/wp-content/uploads/2020/03/20200302_COVID19.pdf linkinde