Ekonomide son dönemde en çok konuşulan alanlardan biri de deneysel iktisat. Son yirmi yılda hızla gelişen bir alan. Özellikle tüketicilerin karar alma süreçlerini inceleyen ve bu noktada çeşitli yöntemlerle deneyler yapan bu alanda çalışan çok önemli iktisatçılar var. Ekonomi biliminin önemli bir bölümü karar alma süreçleri üzerinden şekillendiğinden bu tip çalışmalarda yol kat edilmesi büyük önem taşıyor. Küçük örneklemler ya da teknolojinin sunduğu imkanlarla geniş veri setleri ile tüketicilerin, üreticilerin karar alma süreçlerini anlamak, ekonomilerin genel gidişatı açısından da yeni bir ufuk açıyor.

Ancak benim bu yazıda ele almak istediğim iktisat deneyi yukarıda anlattığım bilimsel deneylerden biraz daha farklı…

Üzerinde durmak istediğim deney, bundan yaklaşık üç yıl önce başladı! Biz iktisatçılar için de çok önemli bir deney oldu bu tabii. Makroekonomi derslerinde öğrencilere birçok bilim alanında deneylerin önemli olduğunu ancak makroekonomide deney yapmanın neredeyse mümkün olmadığını, çünkü ekonomik ve sosyal maliyetlerinin çok yüksek olacağını iddia ettiğimizi de dikkate alırsak, Türkiye’de son üç yılda yaşananlar bir taraftan bizi yalancı çıkardı, bir taraftan da doğruladı. Yalancı çıkardığı nokta kimsenin makro ekonomik bir hipotezi bir deney ile test edemeyeceği kısmı idi. Türkiye’de devlet bunu bizzat denemiş oldu! Burada yalancı çıktık.

Doğruladığı nokta ise böyle bir deneyin çok pahalıya mal olacağı idi. Nitekim öyle de oldu.

Kabaca anlatayım.

Malumunuz Türkiye’de son üç yıldır dünyada genel kabul görmüş enflasyon sebep, faiz sonuçtur yaklaşımı yerini faiz sebep, enflasyon neticedir yaklaşımına bırakmış durumda. Bunun sonucunda da üç yıldır, ekonomi yönetimi şartlar elverdikçe faizi düşürerek enflasyonun düşürüp düşürülemeyeceğini deniyor. Sonuçta dış finansmana bağlı ülkemizde faizler düştüğünde, biraz da küresel belirsizlikle beraber Türk Lirası da değer kaybediyor. TL’nin değer kaybı ise yine dışa bağımlı üretim yapısı ile birlikte enflasyonda artışa neden oluyor. Dolayısıyla bu noktada deneyin ilk aşaması patlıyor. Yani faizi düşürerek enflasyonun düşürülmeyeceği görülüyor. Bunun üzerine düşünen büyük(!) Türk iktisatçıları da suçlunun döviz kurları olduğunu görüyor. Deneyin ikinci fazında bu sefer faiz düşük tutulurken, TL’nin de değer kaybetmemesi için Merkez Bankası’ndaki rezervleri harcamak gibi ikincil yollar kullanılıyor.

Tabii bir kere bilimin genel kabullerini reddedince sonrası kolay geliyor. Zira rezerv harcayarak para biriminin değerinin korunamayacağının deneyini daha önce 2014’te Rusya yapmıştı. O dönem 560 milyar dolar rezerve sahip olan Rusya Merkez Bankası, Ukrayna’da yaşananlar sonucunda Rusya yaptırımlara maruz kalınca para biriminin değer kaybetmemesi için milyarlarca dolar rezerv harcadı. Sonucunda Ruble’deki değer kaybı durmadı ve Rusya Merkez Bankası doğru yolu kabul edip faiz arttırmak zorunda kaldı!

Bu gerçek dururken bizim Ankara’daki iktisat düşünürleri bu önceki deneyi de görmezden gelip, rezervlerle dövizi tutup, düşük faiz ile düşük enflasyon ortamının yaratılabileceği deneyine devam etti! Ya da etmek zorunda kaldı.

Sonuç ise 128 milyar dolar rezervi kaybettik. TCMB, eksi döviz rezervlerine sahip hale geldi. TCMB’nin politika faizi yarın yapılacak toplantı itibariyle %17 gibi yüksek bir seviyeye çıkacak gibi görünüyor. Dolar yılbaşına göre TL’ye karşı %30 değer kazanmış durumda. Hepsini de bir kenara koyduk yıllık enflasyon, TÜİK’e göre bile %15 seviyesine doğru gidiyor. Hadi bunlar neyse ne de vatandaş hayat pahalılığı altında ezilmiş durumda!

Daha fazla uzatmadan, özetleyeyim!

Faiz sebep, enflasyon neticedir deneyi gördüğünüz gibi bize pahalıya mal olmuş durumda.

Şimdi kasım ayında ekonomi yönetimindeki değişim ile birlikte bu deneyin karşılığının olmadığını söyleyen yeni bir TCMB Başkanı ve Hazine ve Maliye Bakanımız var. Ancak onların da elinde çok sınırlı bir alan kaldı!

Her şeyden önce yapılan bu deneyin somut zararlarından öte bir de güven kaybı sonucu ortaya çıktı. Bu güveni onarmak ise oldukça zor! Yapılan deneyin sonucu ortaya çıkan güven kaybını telafi etmek için yapabilecekleri tek şey ise tırnaklarını çıkarmış piyasa simsarlarına istediklerini vermek. Yani daha yüksek faizi!

Hangi ortamda?

Birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede faizlerin sıfır ya da sıfıra yakın seviyelerde olduğu bir ortamda! Son üç yıldır yatırımların durduğu, işsiz sayısının uçtuğu bir ortamda!

Peki bu canavarı doyurmak, ekonomideki sorunları çözecek mi?

Belki döviz kurunun ateşini bir miktar söndürecek ama maalesef yukarıda bahsettiğim deneyin sonuçları itibariyle sorunlarımız kısa vadede çözülebilir olmaktan artık çok uzak. Çözüm ise şu dönemde, bu ülkenin gerçek sahibi olan yurttaşların elini taşın altına sokması olarak görünüyor. O da yurttaşlara gelir ve devlete güven sağlayarak mümkün!

Peki devletin bu güveni yaratmak için en önemli aracı olan 2021 bütçesi bu gelir ve güveni vaat ediyor mu yurttaşlara?

Maalesef harcama kalemlerine baktığımızda hayır!

Daha fazla uzatmaya gerek yok! Bugün dünün bir eseri, yarın ise bugünün! Bugünü geçmişteki deneylerle kaybettik, yarına ise işimiz çok zor!

Kısaca söylemek gerekirse;

Nimetle şaka, ekonomiyle deney olmaz!