Gece ofisten çıktım. Topu topu üç kişiydik sokakta. Ofis ile ev arası 200 metre. 200 metre boyunca birbirini muhtemelen daha önce hiç görmeyen her üçümüz de göz ucuyla birbirimizi takip ettik.

Acaba hangimiz daha şüpheliydik? Acaba herhangi birimizin ayaklı bir ölüm makinesi olma olasılığı var mıydı?

*

Her gün yürüdüğümüz yolda en ufak bir tıkırtıya bile kulak kabarttığımız zamanlar bunlar.

Her gün birlikte yürüdüğümüz kalabalık sokaklara çıkma konusunda tereddütlere boğulduğumuz günler.

Otobüste, metroda kim daha riskli diye göz göze gelmemeye dikkat ederek birbirimizi izlediğimiz günler..

Her patlama haberiyle, patlama civarında olmadığını bile bile aradığımız arkadaşlarımızın telefonları açması biraz zaman aldığında yüreğimiz ağzımızda beklediğimiz zamanlar.. Henüz başımıza gelmese bile gelmeyeceğinden emin olmadığımız telefona cevap alamama ihtimallerini düşündüğümüz zamanlar.

Her dışarı çıkışta, sevdiklerimize dışarda çok kalmamasını, dikkatli olmasını daha ciddi söylediğimiz günler.

Terörün şehirlerin ruhunu elinden aldığına şahit olduğumuz günler.

Korkunun insanların hayatını çaldığı günler.

Güven kavramının ne olduğunu unutmaya başladığımız günler.

*

İki yol var önümüzde.

Ya korkuyu kabullenip, ona teslim olacağız. Her geçen gün ruhu biraz daha çekilecek şehrin bedeninden.

Ya da yaşadığımız tüm travmaların üzerine ülkece hep birlikte gitmenin bir yolunu bulacağız. Şehrin ruhuna ve birbirimize korkmadan yaslanacağız.

*

Kolay mı?

Kolay değil!

*

Ama onlarca yıllık birikmiş tüm nefreti, korkuyu geride bırakacağımız bir zemini yeniden inşa etmek zorundayız. Toplumumuzun temelini oluşturan değerlerimizin, kurumlarımızın, sistemimizin; hukuk, adalet, güven temelinde yeniden inşa edilmesi lazım.

Niye bu kadar güvensiz, niye bu kadar korkmaya hazır hale geldiğimizi sormamız lazım.

*

Kolay değil, peki imkansız mı?

Umarım değildir.