Nisan ve mayıs ayları iki krizi üst üste yaşadığımız bir dönem oldu. Bir yanda sağlığımızdan endişe edip mümkün oldukça evlerimize kapandık, diğer yanda ise bu kapanmanın yarattığı ekonomik travma. Bütün bu süreci yazdık, çizdik, konuştuk. 1 Haziran itibariyle bu iki ayı hiç yaşamamışçasına bir “normalleşme” süreci yaşamaya başladık. Sağlık Bakanlığı’nın günlük açıkladığı yeni vaka sayısında hala kayda değer ve sürdürülebilir bir düşüşü görmüyoruz. Öte yandan sonbaharda bir ikinci dalga tedirginliği de uzmanlar tarafından sürekli dile getiriliyor.

Ekonomide ise iki aylık kapanmanın ardından Haziran ayı itibariyle tüketici ve üretici tarafında ciddi bir kıpırdanma olduğu görülüyor. Özellikle iki aylık süreçte yaşadığımız endişeler de hızlı bir şekilde unutulmuş durumda. Kamu bankaları aracılığıyla yaratılan düşük faizli kredi ortamı, geçtiğimiz yıl Ağustos’tan bu yana hükümetin istediği ancak martta pandemi ile bir ara verilen ekonomik canlanmayı geri getirecek gibi görünüyor. Ancak daha önce de yazdık, yine tekrar edelim o zaman da borçlanma-düşük faiz – tüketim sarmalının ekonomide geçici bir canlanma yaratsa da uzun vadede Türkiye ekonomisinin temel sorunlarını büyütüyor ve bir süre sonra bizi kriz ortamına geri götürüyor. Şimdi bu politika arada bir de pandemi gibi iki aylık bir kırılmaya rağmen çok daha sert bir şekilde uygulanıyor.

Açıklanan veriler de bu durumu destekliyor. Pazartesi ve Salı günü açıklanan verilere baktığımızda bile hükümetin istediği canlanmanın karşılık bulmaya başladığı görülüyor. Sanayi üretim endeksi rakamları geçtiğimiz yıla göre hala %30’a yakın bir kayıp olsa bile mayısta toparlanmanın başladığını gösteriyor. Haziran 2019’da endeks çok düşük bir seviyede idi, normalleşme ile Haziran 2020’de geçtiğimiz yılki seviyeyi yakalamamız hatta aşmamız da mümkün. Bu süreci destekleyen iki diğer verinin biri perakende satış endeksi, diğeri ise ciro endeksi. Görünüyor ki açılma ile birlikte tüketiciler yeniden harcama patikasına geri dönüyor. Bu iki rakam da geçtiğimiz yıla göre hala istenen seviyede değil. Ancak nisan ayındaki beklenmeyen kırılmadan mayısta bir miktar geri dönülmüş durumda.

Bunlarla sınırlı değil. Bir diğer veri de dün açıklanan konut satış istatistikleri. Bakan Albayrak’ın da söylediği gibi Haziran ayı rekoru kırıldı ve 190 bin konut satıldı. Temmuzda bu süreç büyük olasılıkla devam edecek gibi görünüyor.

Tüketimin canlanmasına dayanan verilerde hızlı bir kıpırdanma başlamış durumda. Gördüğünüz gibi her şey güllük gülistan gibi.

Ama en başta dediğimiz gibi kime göre?

Net bir şekilde ifade edeyim ki bu göstergeler bana göre iyi şeylerin habercisi değil!

Şimdi gelelim nedenine!

Türkiye ekonomisi tüketim motorunu çalıştırdığında iki temel sorunu yaşıyor. Birincisi bu tüketime cevap vermek için üreticinin gaza basması. Nitekim yukarıda belirttim, sanayi üretiminde toparlanma işareti var. Üretici, talebe yetişmek için daha fazla üretim yapmaya başladığında en fazla ihtiyaç duyduğu girdiler ise enerji, hammadde ve aramal. Özellikle enerji ve aramal tarafında ithalata oldukça yüksek oranda bağımlıyız. Dolayısıyla hızlı bir şekilde burada hareketlenme başlayacak. Öte yandan Türkiye’de üretilmeyen nihai mal talebi de bu talebe bağlı olarak artıyor. Bu da ithalatta artışın ikinci nedeni. Bu iki gelişme ise Türkiye ekonomisi için döviz açığında artış demek.

Yukarıda açıklanan verilere ek olarak bu hafta Türkiye’nin mal, hizmet ticareti gibi yurtdışı ekonomik ilişkilerini takip ettiğimiz cari işlemler ile ilgili veriler de açıklandı.  İlk beş ayda ekonomimiz 16,7 milyar dolar cari açık verdi. Talep artışı ve ithalat bu şekilde artmaya devam ederse yaz döneminde döviz açığı daha fazla artacak demektir. Bu açığı geçtiğimiz yıllarda turizmle bir miktar kapatabiliyorduk. Bu sene turizm geliri de yok. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde döviz ihtiyacının artmasını beklememiz oldukça normal. Ancak yukarıda bahsettiğim 16,7 milyar dolarlık açığı ve ülkede doların artmasını engellemek için rezervlerini kullanan TCMB bir değeri ödeme zamanı gelen borçlar ve SWAPlar için döviz bulmak zorunda.

Uzun lafın kısası eylül ayına geldiğimizde görünen o ki ülkede döviz talebi artacak. Bu talebe karşılık döviz bulamazsak ise doğal olarak dövizin değeri. Dövizin değerinin artmasının ne demek olduğunu ise anlatmaya gerek yok. Talebin düşük olduğu dönemde bile %10’un altına indiremediğimiz bir enflasyonumuz var. Şimdi hem güçlü bir talep hem de döviz kurları ile ilgili riskler de yukarıda bahsettiğim durumda iken yıl sonunda yine market sepetleri daha pahalıya dolmaya devam edebilir! Elektrik, doğalgaz faturaları da aynı şekilde!

Bütün bu risklere daha pandemide ikinci dalga etkisi de dahil değil!

Geçtiğimiz hafta da yazdım. Bütün bunları ben görürken ekonomi yönetimi görmüyor mu? Elbette görüyor demiştim. Şimdi bir adım daha ileri gideyim.

Talepteki patlama, dövizde olası bir yukarı hareket ve enflasyonun hızlanmasına karşı TCMB’nin bugünden önlem alması gerekiyor. Döviz bulma konusunda ne kadar zorda olduğunu pandemide zaten gördük. Dolayısıyla elinde faizlerle oynamak dışında bir çözüm varmış gibi görünmüyor. Bu risklerin farkında olduğuna dair bir faiz kararı bile bir miktar ortamı sakinleştirir. (kamu bankalarının da zararına kredi satışını durdurması şartıyla)

Bunu da geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi yine gecikerek yaparsa bu sefer bizi çok ama çok daha zor günler bekliyor olabilir.

Biz uyarma görevimizi yapalım!