Ekonomik gelişmeleri, özellikle de Türkiye ekonomisini 20 yıldır takip ediyorum. Üniversitede öğrencisi olduğum “iktisat” bölümü ile başlayan bu tutkuda 20 yıl geride kalmış. Bu 20 yıllık süreye üç tane ekonomik kriz sığdırmış Türkiye. Dünyayı ve dünyadaki irili ufaklı ülkelerin yaşadıklarını yazmaya başlasak herhalde bir almanak yapmak gerekir. 

Bu süre içerisinde özellikle ekonomi politikaları ile ilgili öğrendiğim ve fırsatını buldukça öğrencilere de göstermeye çalıştığım iki temel kavram var. Birincisi beklentilerin ekonomide ne kadar belirleyici olduğu. Rasyonel ya da irrasyonel ne dersek diyelim genellikle beklentilerin yönetimi ve gelecek algısı ekonomik aktörlerin karar verme sürecinde oldukça belirleyici. Basit bir örnek verelim ki daha iyi anlaşılsın. 

Örneğin tüketiciler eğer enflasyonun önümüzdeki aylarda daha yüksek olacağını beklerseler, bu satın almak istedikleri ürünlerin fiyatının artacağını beklemeleri demektir. Gelecekte fiyatını artmasını beklediğimiz için o ürünleri ilk fırsatta almak isteriz. Bu da o ürünlerin talebini arttırır ve dolayısıyla fiyatları da artmış olur. Yani  en baştaki fiyat artışı beklentisi, fiyatların artmasını sağlar. 

İkinci kavram ise güven yönetimi. Bu da yine toplumlar için oldukça önemli bir ekonomik kriter. Eğer bir çalışan olarak işiniz güvende ise, harcamalarınızı yaparken daha rahat hareket edersiniz. Daha fazla harcama daha fazla ekonomik aktivite ve büyüme demektir, ya da bir üretici, satıcı eğer içinde bulunduğu şartlara güveniyorsa daha fazla yatırım yapabilir, daha fazla ürün üretimi yapabilir. Bu güven unsurunu sağlayabilmek ekonomik büyümenin istikrarlı bir şekilde sürdürülebilmesi ve yine yerli ya da yabancı yatırımcıların ülkenize yönelmesi için olmazsa olmaz. 

Kabaca özetlediğim bu iki unsur yani güven ve beklenti yönetimi, ekonomi yönetimi için en fazla dikkat edilmesi gereken unsurlardır. Çünkü ekonomideki ya da ekonomi dışındaki hususlarda yaşanacak  gelişmeler güveni sarsabilir, beklentileri bozabilir ve ülkedeki tüm ekonomik dengeler (eğer varsa tabii) altüst olabilir. 

Bu iki kavramın üzerinde bu kadar durmamın nedeni elbette ki bugün Türkiye’nin içinden geçtiği şartları anlamak ve çözüm üretebilmek. Son dönemde ekonomi haberlerinde daha sık rastlamaya başladığımız tüketici güveni, ekonomik güven endeksi, reel sektör güven endeksi vs. aslında bize yukarıda bahsettiğim kavramlarla ilgili fikir vermesi için hazırlanıyor. Bu endekslerin hazırlanma sürecinde tüketicilerle, üreticilerle ya da diğer aktörlerle görüşmeler yapılıyor ve önceki dönemlerle kıyaslamalı olarak beklentilerin ve güvenin ne yönde değiştiği anlaşılmaya çalışılıyor. 

Buradan çıkan sonuçlar ise hem bugün içinde bulunduğumuz güven ortamının hem de yakın geleceğe ilişkin beklentilerin yönetilebilmesi için önem arz ediyor. Ekonomi yönetimlerinin ya da ülkedeki iktidarların buradan alacakları sinyallerle hareket etmeleri de büyük önem taşıyor. Son dönemde TÜİK gibi kurumlar tarafından açıklanan tüketici güvenini gösteren “tüketici güven endeksi”, “reel sektör güven endeksi” gibi beklentileri de içeren analizler ekonomimiz açısından tam anlamıyla bir kırmızı alarm durumuna işaret ediyor. Özellikle tüketici güven endeksinin ve alt başlıklarının geldiği seviyeler maalesef tüketim temelli bir ekonomik büyüme modeline sahip ülkemiz için ciddi bir daralma süreci ile karşı karşıya olduğumuzu işaret ediyor. 

Yazı oldukça uzadı, dolayısıyla burada keseceğim. Ancak bir sonraki yazıda güven ve beklentileri gösteren bu verilerin neden kırmızı alarm durumuna işaret ettiğini, nasıl bu sürece geldiğimizi ve bu noktada ne yapmamız gerektiğini anlatmaya devam edeceğim. 

O yazı gelene kadar size bir sorum var. 

Siz de lütfen bir saniye oturup düşünün. Tüketici olarak ya da işletme sahibi iseniz üretici olarak, bugün ekonomiye ne kadar güvendiğinizi, gelecekte nasıl bir beklentiye sahip olduğunuzu değerlendirin. Sonra başka insanlarla konuşun. Ekonomi nasıl gidiyor, ne olacağız sorusunun cevabı orada.