Söz konusu ekonomi ise doğruları yapmak kadar doğru zamanda yapmak da önemlidir. Eğer bu prensibe uygun hareket etmezseniz gecikmiş adımların getirisi de istediğiniz, beklediğiniz gibi olmaz.

Bu tespit işte tam da faiz meselesinde karşı karşıya kaldığımız duruma cuk oturmakta. Türkiye’de bir süredir yaşadığımız faiz inatlaşmasında da geldiğimiz nokta maalesef bu nokta. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, faiz arttırmayarak! politika faizini %8’lerde tutup, işin arkasından dolanarak “Geç Likidite Penceresi” ile bankalara TL veriyor. Nitekim bu uygulama ve piyasa gerçekleri bir araya geldiğinde zaten kredi faizleri de mevduat faizleri de hızlı bir şekilde artıyor. 2013 yılında %5’e kadar gerileyen faiz bugün artık %20’lere ulaşmış durumda.

İşte ne dersek diyelim, durumu kendi açısından kurtarmaya çalışan TCMB’nin de kaybı bu noktada başlıyor. Faiz arttırmayarak faiz arttıran, her toplantı sonrası piyasaya sıkı duruş devam edecek diyerek süreci geçiştirdiğini ve piyasayı oyaladığını sanan TCMB, o günlerde gizli kapaklı yaptığı işi açıktan yapamadığından bugün ne yaparsa yapsın durumu toparlama noktasında yol alamıyor.

Neden bunu yazıyorum? Malumunuz yaklaşık beş yıla yayılmış bir vaziyette hızlı bir şekilde değer yitiren bir Türk Lirası ile karşı karşıyayız. Zaman zaman iç ekonomik, zaman zaman iç politik ve zaman zaman da dış ekonomik ve politik gelişmeler hep aleyhimize devam etti. O süreçte ekonomideki gelişmelere karşı tepki verme yeteneğini yitiren, paralize olmuş bir TCMB portresi oluştu.

Son iki-üç haftadır ise tüm iç ve dış etkiler birlikte aleyhimize geliştiğinden (içerde enflasyon, cari açık, OHAL gibi meseleler ve dışarda ABD-Çin, ABD-Rusya gerginlikleri vs.) TL’deki değer kaybının ivmesi hızlandı. Ancak maalesef bu zaman, bugüne kadar gerekli tedbirleri alma ve küresel ve ulusal ekonomik gelişmeleri iyi okuma konusunda güvenilirliği piyasa nazarında bir hayli düşmüş TCMB açısından doğru adımı uygulamak için oldukça geç bir zamanlama olacak.

Bu noktada zaten enflasyon hedefinin tutması pek mümkün görünmüyor. Bir önceki yazıda ortaya koyduğum kur artışı, petrol fiyatlarındaki artış vs. çok daha hızlandı. Ancak sapmayı sınırlandıracak, TL’deki değer kaybının en azından içerideki olumsuzluklardan daha az etkilenmesini sağlayacak koordine bir politika uygulanması büyük önem taşıyor. Türkiye’ye sıcak para akışını yeniden hızlandıracak, bu süreçte cari açığın yarattığı riski azaltacak ve aynı zamanda uzun vadeli sermaye hareketleri için yeniden cazip bir yatırım ortamı yaratacak reformist adımlar atmak gerekiyor. Her ne kadar bu adımların daha önce atılmaması bir eleştiri konusu olsa da daha fazla beklenmesi kaybı daha da uzatıyor.

Yani TCMB’nin yeniden para politikasının patronu olduğunu gösterecek adımlar atması ve kredibilitesini yeniden kazanması eş zamanlı olarak da ekonomik ve siyasi istikrarı sağlayacak, doğrudan yatırımlar için yeniden cazibe merkezi haline gelecek bir Türkiye imajı için gerekli adımları siyasi iradenin atması gerekiyor.

ABD-Rusya, ABD-Çin gerginliklerinin gündeme damga vurduğu, her iki gerginlikten de olumsuz etkilenmesi muhtemel ülkelerin başında gelen Türkiye’nin bu saatten sonra sorunlarını tek bir kurumun çözebilmesini beklemek mümkün değil. Tek başına TCMB de tek başına reform yapacağız söylemi de böyle bir ortamda yatırımcı için ikna edici olmayacak.

2000’li yılların başında Türkiye’nin başardığı bu idi. Tüm kurumları ile güvenilirliğini arttıran, topyekün bir gelişme hamlesine tüm dünyayı ikna eden bir idare ile Türkiye başarılı bir on yıl yaşadı. Bu başarıyı yakalamak bugünkü şartlarda o gün kadar olmasa bile en azından yaşadığımız sıkıntıların daha fazla derinleşmesini engelleyebilir.

Yoksa bir faiz artışı ile içinde bulunduğumuz güçlüklerden çıkabileceğimizi sanmak tam anlamıyla hayalcilik.