Büyüme rakamları ve çatının tamiri
TÜİK 2017 yılı büyüme rakamlarını açıkladı. Açıklanan %7,4’lük büyüme rakamı, normal şartlar altında hepimizi güldürmesi gereken, mutlu etmesi gereken rakamlar. Ancak bir kesim çok büyük bir başarı olduğunu iddia ederken, başka bir kesim ise bu büyüme rakamı ile ilgili çeşitli endişeleri gündeme getirdiler. Ben de öncelikle bu büyüme rakamlarının genel olarak ekonomiye etkisi ve sürdürülebilirliği üzerine endişelenenler grubuna dahil olduğumu ifade edeyim. Nedenini ise olabildiğince basit bir şekilde anlatmaya çalışayım.
**
Neden endişeliyim?
Ekonomik büyüme teknik olarak bir ülkede gelirin, üretimin ve harcamaların arttığını gösterir. Bunlardan herhangi birinin artması genel olarak diğerlerini de arttıracağı için üç farklı anlama gelebilir. O zaman bir sonraki soru şu oluyor? Türkiye’nin 2017 yılında yakaladığı bu rekor büyümenin altında gelir artışı mı, harcama artışı mı yoksa üretim artışı mı daha baskın? Rakamlara baktığımızda büyümenin temel dinamiğinin kamu ve tüketim harcamalarındaki artıştan kaynaklandığı görülüyor. Kamu harcamaları % 5 ve hanehalkı tüketim harcamaları %6,1 büyümüş. Bu iki kalemin ağırlığı toplam %73,6 (Hanehalkı %59,1 ve Devlet %14,5). Üretimdeki artışı ve büyümenin sürdürülebilirliğini gösterecek harcama kalemi olan yatırım harcamalarının milli gelirde payı %29,8 ve 2017 yılı artış hızı ise % 7,3. Öte yandan yatırım harcamalarında yine inşaata dayanan bir artış baskın görünüyor.
Bu kadar çok rakam biraz kafa karıştırıcı olabilir. Kabaca şöyle tercüme edeyim. Bu rakamlar diyor ki ekonomideki büyüme tüketim ile gerçekleşmiş.
Bu tespiti doğrulayan bir diğer gösterge ise enflasyondaki artış, diğeri ise cari açıktaki artış. Son yılda çift haneye ulaşan enflasyonda da maliyet şokları ve talep artışı dikkat çekiyor. Tersten düşünürsek eğer ekonomi üreterek büyümüş olsa idi fiyat artışları görece kontrol altında olacaktı. Ancak tüketime dayanan bir büyüme, talep artışı demek. Talep artışı ile büyüyen bir ekonomide ise iki sonuç ortaya çıkıyor. Talep artışı ile ya fiyatlar artıyor ya da bu talebi karşılamak için yurtdışından yapılan alım artıyor. Yani ithalat. İthalattaki artış, ihracatı aşınca da yüksek cari açığa ulaşıyoruz.
Yani dönüp baktığınızda büyümenin tüketime dayanıyor olması, hem enflasyona neden oluyor hem de cari açıktaki artışa. Türkiye’de enflasyon %10’un üzerinde seyrederken OECD’de Türkiye’den daha fazla büyüyen tek ülke olan İrlanda’da enflasyon %0,4. Neden, çünkü üretim temelli bir büyüme, enflasyonda daha kontrollü bir artışa neden oluyor. Türkiye’de ise tüketime dayanan büyüme tam tersi enflasyon ve cari açık yaratıyor.
Nitekim hem enflasyon hem de cari açıktaki artış uluslararası tüm kuruluşların son dönemde en çok izlediği göstergelerin başında geliyor. Biri faiz politikası, diğeri TL’nin değeri açısından en kritik göstergeler. Dolayısıyla üretimin tüketimi yakaladığı ya da üretimin artışına dayalı bir büyüme modeline geçemediğimiz sürece bu iki sorunun derinleşmesi işten bile değil.
**
Bu kadar ile sınırlı mı? Değil.
Tüketim ile büyümeyi sürdürebilmek için hanehalklarının gelir artışı ya da gelecekten borçlanması gerekiyor. İşsizlik rakamları bu gelir artışının olmadığı ve olmayacağını gösteriyor. Zira üniversite mezunları dahi asgari ücret ile iş bulduğunda seviniyorlar. Dolayısıyla borçlanma olmadan bu modelin sürdürülebilmesi mümkün görünmüyor. Bu da artan faiz ortamı ve borçluluk dikkate alındığında yine oldukça zor görünüyor. Dolayısıyla büyümenin bu yüksek düzeylerde sürdürülebilirliği orta ve uzun vadede mümkün değil. Süreci biraz daha uzatmak için faizlerin düşük kalmasını sağlamak ise kısa vadede tüketimin devamına neden olsa da gelecekte bize çok büyük zararlar vermeye aday.
**
Ne yapmak gerekir sorusunu sorduğunuzu duyar gibiyim.
Geçtiğimiz hafta kendi partisi tarafından da çokça eleştirilen Başbakan Yardımcısı Sn. Mehmet Şimşek’in ne dediğini hatırlayalım. “Yağmurlu günler gelmeden, hazır güneş varken çatıyı onarmak lazım”.
Evet çatıyı onarmak lazım. Biraz geç kalmış olsak da yapılacak onarımlar çatının açık kalmasından daha az ıslanmamıza yardımcı olacaktır. Dolayısıyla kısa vadede büyüme yerine, üretim temelli bir büyümenin altyapısını oluşturabilecek, yatırımları canlandıracak bir istikrar ortamına geri dönmemiz şart. Bu ise ancak eğitim, ekonomi ve hukuk alanlarında hatrı sayılır reformlarla mümkün.
Yoksa bugün %7,4 büyüsek de gelecekte bu büyümenin bedelini ödemek zorunda kalırız.
Yanıtlayın