Son yıllarda ekonomik göstergeler açıklandığında sürekli aynı tartışmalar gündeme geliyor. Mesela Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) enflasyon rakamlarını açıklıyor. Ardından hem toplumdaki geniş kesimler hem de iktisatçılar, açıklanan rakamların gerçeklerle ilişkisinin ne kadar zayıf olduğunu ifade ediyorlar. Vatandaşlar sürekli kendi karşılaştıkları fiyatlarla TÜİK’in tespit ettiği rakamların farklı olduğunu ifade ediyor. Ya da işsizlik rakamları ve işsiz sayısı açıklandığında yine benzer bir tartışma gündeme geliyor ve işsizlik rakamları sorgulanıyor.

Benzer bir tartışma büyüme rakamları açıklandığında da hemen hemen her dönem ortaya çıkıyor. En son açıklanan rakam üzerine de yine “madem ekonomi %4,5 büyüdü, biz niye hissetmedik?” sorusu en çok cevabı aranan sorulardan biri haline geldi. Bu yazıda madem ekonomi büyüdü, biz niye hissetmedik sorusuna yanıt aramak istedim.

Öncelikle %4,5 büyüme ne demek ona bakalım. Bu büyüme rakamı bize 2019 yılının ilk üç ayına göre 2020 yılının ilk üç ayında Türkiye’deki ekonomik aktörlerin (hanehalkları, firmalar, devlet vs.) toplamda reel olarak (yani fiyatlardan bağımsız olarak) daha fazla mal ve hizmet harcaması yaptığını ya da gelir elde ettiğini ya da üretim yaptığını ifade eder.

Büyümeyi hissetmememizin ilk nedenini buradan hareketle ifade edebiliriz.

Hatırlarsınız Türkiye’de 2018 Ağustos’ta ciddi bir döviz kuru krizi meydana geldi ve ekonomide tüm dengeler alt üst oldu. Sonucunda da ciddi bir ekonomik daralma süreci yaşadık. 2019 yılının ilk üç ayında, bir önceki yıla göre ekonomi %2,6 küçüldü. Yani ülkece 2018 ilk çeyrekte 100 birim harcama yaptıysak, üretim yaptıysak ya da gelir elde ettiysek 2019 ilk çeyreğinde bu miktar 97,4’e düştü. 2020’deki %4,5 büyüme ise 2019’a göre hesaplandı. Yani 97,4’e daralan ekonomi %4,5 büyüdü. Bu da 101,8’e denk gelir. Yani 2018’e göre 2 yıllık süreçte büyüme oranı sadece %1,8’de kalmış oldu. Dolayısıyla hala 2018 yılındaki seviyeye göre aradan geçen 2 yıllık süreçte çok daha iyi bir durumda değiliz. Böyle olunca da geçmişe bakıp, “eski, güzel günler” demek durumunda kalıyoruz!

Genelde durum bu iken vatandaşın durumu ise daha vahim. Karşılaştırmayı yine 2018 ile birlikte yapacağım. Tabloda TÜİK tarafından hesaplanan zincirleme hacim endeksine göre çeyrekler bazında hanehalkı tüketim harcamalarını, çalışan sayısını, Türkiye’nin nüfusunu görüyorsunuz. Buradaki rakamlar enflasyondan arındırılmış reel rakamlar!

Bu tablo bize ne söylüyor?

Birincisi Türkiye’de hanehalklarının reel olarak ortalama kişi başı harcamasının, 2018 yılı birinci çeyreğinde 2997 TL iken 2019’da 2803 TL’ye düştüğünü, 2020 ilk çeyreğinde ise 2905 TL’ye geldiğini gösteriyor. Yani hala 2018 seviyesinin kişi başı ortalamada 100 TL altında. 100 TL başta küçük görünebilir elbette. Ancak bahsettiğim gibi 100 TL’yi 2018’deki 100 TL’nin alım gücüne sahipmiş gibi görürseniz daha iyi anlayabilirsiniz.

Tablonun bize söylediği ikinci husus ise çalışanların üzerindeki tüketim harcaması yükünün arttığı. Şöyle izah etmeye çalışayım.

Türkiye’de 2018 yılında istihdam sayısı 28,3 milyon kişi. Kayıtdışılığı bir kenara koyarsak bu 28,3 milyon çalışanın üzerine düşen kişi başı tüketim reel olarak 8.549 TL’ye denk geliyor. 2020 yılına geldiğimizde nüfus 2,3 milyon artmış olmasına rağmen çalışan sayısı 26,7 milyona düşüyor. Çalışan başına düşen reel tüketim harcaması yükü ise 9.030 TL’ye çıkmış.

Yani ortalamayı baz alırsak bir çalışanın üzerinde ilk çeyrekte üzerinde karşılamak zorunda olduğunu hissettiği tüketim harcaması yükü 2020’de 2018’e göre reel olarak daha fazla.

Bu kadar rakam aklınızı karıştırmış olabilir. Özetleyerek basite indirgemeye çalışalım.

İki yıllık süreçte; ortalama bir çalışanın ilk üç çeyrekteki tüketim harcamasını karşılamak için kazanmak zorunda hissettiği tutar reel olarak 8549 TL’den 9.030 TL’ye çıkıyor. Ancak ortalama kişi başına düşen tüketimi yani daha fazla çaba ile yapabildiği kişi başı tüketimi ise ortalama 2.997 TL’den 2.905 TL’ye düşüyor.

Peki sonuç ne?

İki yılın sonunda elimizde kalan, çalışanlar açısından daha az tüketmek için daha fazla kazanmalıyım baskısının artması oldu!

Yani bedeli ağırlaşan, getirisi düşen bir tüketim ortamı oluştu!

Yani ekonomi büyüdü, ama bizim sıkıntılarımız da beraberinde büyüdü!

Son not:

Bu tabloyu ancak sürdürülebilir istihdam ve gelir artışı ile düzeltebiliriz, daha fazla borçlu, daha fazla geçim baskısı yaratarak değil.

Yazarın Notu: İşsizlik ve gelir adaletsizliğinin bu kadar yüksek olduğu bir ülkede bu rakamlar tam olarak gerçeği elbette tam olarak yansıtamaz. Ancak bir fikir vermesi açısından hesaplamalar yapılmıştır.