“Eğitim sistemini de sadece bir hizmet sektörü olarak görmeyip, değer yaratma üzerine kurabilmiş olsaydık, 2013’te 500 bin gencimizi bu şekilde eğitmiş ve iş hayatında Türkiye ekonomisine sürdürülebilir bir dönüşüm sunar hale getirmiş olacaktık. 2015’e geldiğimizde ise sayı 1 milyona çıkacaktı.”

Değişim Biterken

Dünya ekonomisi bir eşikten geçti, hala da bu süreç devam ediyor. Bu dönemin en önemli sürükleyicisi bilgi ve bilginin dolaşım hızı. Teknolojideki hızlı gelişme, ticaretin ve sermayenin küreselleştiği bu döneme bambaşka bir perspektif sundu. Önce üretim biçimini değiştirdi, bilgi. Ardından üretimi küreselleştirdi.

Üretimde iş gücünün baskın durumu yerini makinelerin birçok işi halledebileceği bir döneme bıraktı. Sonrasında işgücünün ucuz olduğu coğrafyalarda emek-yoğun ve katma değeri düşük işlerin yapıldığı, makineleşmeyi başaranların ise katma değerden aslan payını aldığı bir sürece girdik.

Yeni binyıl başlarken üçüncü faza geçtik. Bu fazda tüketim alışkanlıkları ve dolayısıyla da üretimdeki ihtiyaçlar yeniden değişti. Ve bu fazda aslında dünya yine başladığı yerin bir başka versiyonuna geri döndü. Yani makineler işi yapabilirdi ama o makineleri üretecek, o makineleri geliştirecek, hatta değişen tüketim biçimi ile birlikte tüketiciye aradığını verebilecek, yeni bir iş gücü tıpkı en başta olduğu gibi ekonominin baskın gücü haline geldi. Üretimin süreç paylaşımı makineleri çalıştıran işgücüne sahip ülkeler ile makineleri geliştiren, bilgiyi “yaratıcılık” ve “yenilikçiliğe” dönüştürebilen ülkeler arasında oldu.

Değişimin sonucu: Yeni iş gücü

Ve bu değişim bizi tek bir sonuca getirdi: Eğer yeni bir ekonomik sistemden bahsetmek istiyorsak bunun neredeyse tek kriteri, bilgiyi üretebilen, bu bilgiyi ekonomik ve küresel hale getirebilen yeni bir iş gücü üzerine kurulu olduğu. Ya da bir başka deyişle iyi bir eğitim sistemi değil çok ama çok iyi bir eğitim sisteminden geçecek nesillerle artık ekonomik sistem dönüyor. Bu çok ama çok iyi eğitim sisteminin ise iki temele dayanması gerekiyor.

Birincisi eleştirel öğrenme ortamı. Ancak böyle bir ortamda ilerlemenin önünü açacak düşünce ortamını oluşturabiliyoruz. İkincisi ise özgür düşünce. Bütün bu değişim ihtiyacını uzun uzadıya yıllardır yazıyoruz. Daha da tartışacağımız gün gibi ortada. Genç ve işsiz bir nüfusa sahip olduğumuz, eğitim sistemimiz ve ekonomimiz de bu yapıya cevap verecek olgunluğa erişemediği sürece bu konular hep gündemimizde. Ancak değişimin hızının bu kadar arttığı bir dönemde olduğumuz, her bir günün bile ne kadar büyük bir kayıp olduğunu rakamlar gösteriyor.

Her geçen yıl kayıp 

Mesela eğitimde az önce bahsettiğimiz eleştirel öğrenme ve özgür düşünce ortamını oluşturmaya 2005 yılında başlamış olsaydık, 11 milyon gencimizin hayatını değiştirmiş olacaktık. Evet Milli Eğitim Bakanlığı istatistiklerine göre 2005-2006 öğretim yılında 11 milyon gencimiz ilk öğretim düzeyinde öğrenim görüyormuş.

Yani eğer eğitim sistemini de sadece bir hizmet sektörü olarak görmeyip, değer yaratma üzerine kurabilmiş olsaydık, 2013’te 500 bin gencimizi bu şekilde eğitmiş ve iş hayatında Türkiye ekonomisine sürdürülebilir bir dönüşüm sunar hale getirmiş olacaktık. 2015’e geldiğimizde ise sayı 1 milyona çıkacaktı. Önümüzdeki yıl buna benzer bir yazıyı siz okurken sayı 2 milyona çıkacak. Bir sonraki yıl daha fazla. Amacım sayı saymak değil. Sadece kaybettiğimiz değerin büyüklüğünü anlamamızı ve her geçen gün bu kaybın arttığını görmemize katkı sağlamak.

Bir yerden başlamak zorundayız

Zor da olsa bir yerden başlamak zorundayız. Eğitimin bu ülkede yaşayan tüm gençler için fırsat eşitliği ortamında, becerileri geliştirecek, yaratıcılığı ve yenilikçiliği teşvik edecek bir anlayışla biçimlendirilmesi şart. Bu ise daha fazla “üniversiteye benzeyen özel eğitim kurumu” ile binalarla olması mümkün değil.

Onlarca yıl boyunca gereken ihtimamı gösteremediğimiz, işsizlikle boğuşan milyonlarca gence bunu borçluyuz. Türkiye’nin ekonomik olarak köşeye sıkıştığı bu dönemi kayıp dönem değil, gelecek için kazanç dönemi olarak görmek ve baştan başlamak zorundayız.

Bugün Türkiye’de yaratılan savaş ortamı için değil, daha iyi eğitim, yeni iş gücü ile gelişen yeni bir ekonomik yapı için bir seferberlik başlatmak zorundayız.

Eğitimde de sayfayı çevirmeli ve daha iyi bir Türkiye için beyaz bir sayfa açmalıyız.