İlk yazıda küresel ekonomide son yirmi yıllık süreçte yaşadığımız en önemli kırılma noktasının 2008 Küresel Finansal Krizi olduğunu ifade etmiştik. Yazının sonunda 2008 krizinden bu yana atılan adımların iki sonucu olduğunu ifade etmiştik. Birincisi sıcak para girişi ile gerçek değerinin çok daha üstünde değer kazanan finansal varlıklar, buna bağlı olarak finans kapital odaklı bir ekonomik düzen ile yaşanan krizin temel nedeni olan hanehalkı güvenini ve gelirini arttıramamak idi. Bu yazıda biraz daha koronavirüs salgınının hemen öncesi ve şu an geldiğimiz noktaya odaklanacağım.

Yukarıda özetlediğim gelişmelerin yarattığı önemli bir kırılma yaşandı. Bu süreçte finansal piyasalarda yaşanan küreselleşme ve büyüme, karar verme süreçlerinde finansın temel yol gösterici olmasına neden oldu. Oysaki finans piyasalarının özünde üstlenmesi gereken rol üretimi ve istihdamı kolaylaştırmak, birikim – yatırım geçişini sağlamak idi. Ancak 2008 krizi sonrasında yaşanan parasal genişleme ve finans sektöründeki büyüme, rolleri değiştirdi. Finans sektörü, üretim ve büyüme için ana aktörlerden biri olmaktan çıktı, üretim ve büyüme finans sektörünün daha da büyümesi için bir araç haline geldi.

Basit bir örnekle açıklayalım. Finans sektörünün ana rolü birikim sahiplerindeki kaynağı yatırım yapmak, üretim yapmak isteyen firmalara aktarması beklenir. Dolayısıyla finansal piyasalardaki hareketlerin büyümeyi etkileyecek olması öne çıkan özelliği idi ve bir gözümüz hep oradaki gelişmelere bakardı. Şimdi ise gözümüz büyüme, istihdam, enflasyon gibi makroekonomik göstergelerde çünkü oralardaki gelişmeler finansal piyasaları desteklemesi için dikkate alınıyor, önemseniyor. Hatta bazen bu gelişmeler dahi finans sektörü için önemsiz algılanabiliyor. Hal böyle olunca paradan para kazanmaya alışmış servet sahiplerinin ana motivasyonu daha fazla kaynak girişini sağlamaya dönüşmüş durumda. Bunun en kolay yolu ise gevşek para politikası ve finansal piyasalara akacak yeni dolarlar, liralar oluyor.

Nitekim 2018 yılı sonuna kadar ABD’de enflasyon baskısı ile FED tarafından arttırılan faizler ve sıkılaşan politika, finansal kesimden gelen ve Trump desteği ile de alevlenen ekonomik büyüme endişeleri ile hiç umulmadık bir anda sona erdi. Dugunluk mesajları veren finans piyasaları (!!)2018 Aralık’ta FED’in faiz arttırmaya son verdiğini ifade etmeye itti, 2019 Ağustos’ta ise yeniden genişlemeci bir para politikası uygulamasına döndü.

Bu değişim aralarında Türkiye’nin de olduğu birçok gelişmekte olan ülke için bir değişim olarak değerlendirildi. Beklenti parasal sıkılaşma döneminde ciddi kaynak çıkışı ile türbülansa giren gelişmekte olan ülke ekonomilerinin bu karar ile yeniden para girişi yaşayacağı ve sıcak para ile yeniden dengelenme sürecine geçiş yapabileceği idi. Ancak beklenen olmadı.

Hem jeopolitik riskler (Brezilya, G. Afrika, Türkiye vs’de artan siyasi riskler) hem de bu yeni parasal genişlemenin temel dayanağının ABD büyümesinde bir duraklama beklentisi olması, finansal aktörlerin bu kez daha yüksek getiri yerine daha güvenli limanlara doğru tercih yapmalarına neden oldu. Yani para ABD’de kalmaya ya da ABD’ye doğru yol almaya devam etti. Bu süreçte ekonomideki durgunluk beklentisi sadece ABD ile sınırlı kalmadı. Ticaret savaşları adı verilen uluslararası ticaretin önündeki engellerin arttırılmasına dayanan politikalar tüm dünyada durgunluk endişelerini arttırdı. Avrupa Birliği, Japonya, Çin vs. dünyanın en büyük ekonomilerinde yavaşlama endişeleri yaşandı. İşin ilginç tarafı ise tüm bu beklentilere rağmen yukarıda bahsettiğimiz “üretim için finanstan, finans için üretim” mekanizması çalıştığını bir kez daha gösterdi. ABD başta olmak üzere birçok ülkede bariz bir yavaşlama sinyali ekonomik göstergelerde ortaya çıkmadı.

İşte böyle bir ortamda koronavirüs krizi ile dünya yüzleşmeye başladı. Çin’de baş gösteren virüs önce İran’da ve Güney Kore’de yayıldı. Mart başına kadar bizden çok uzakta gerçekleşen bir olay olduğunu düşündüğümüz salgın İtalya’yı sarmaya başlayıp, tüm Avrupa’da baş göstermeye başlayınca işin ciddiyeti ortaya çıkmaya başladı. O güne kadar ticaret barışı ile bayramda olan piyasalar da işin ciddiyetini anlayınca özellikle piyasalarda ciddi bir panik ve bir çöküş çıktı.

Tüm borsalarda rekor düşüşler ortaya çıkarken eş zamanlı olarak “güvenli liman” altının da fiyatının düşmesi tüm ezberleri bozdu. Daha önce konuştuğumuz 2008 krizinin an itibariyle yarattığı tüm etkileri yaratmış durumda. Korku endeksleri rekorlar kırıyor, borsalar dip yapıyor ve likidite endişesi ile tüm varlıklar nakde dönüştürülüyor.

Finansal piyasalarda yaşanan sarsıntının ana nedeni aslında salgın ile talep ve arz şoku yaşanacak ekonomilerdeki büyüme endişesi iken Merkez Bankaları yine sorunun nedeni yerine finansal piyasalardaki yangına odaklandı. Ancak bu kez geçmişten bir miktar ders alındığını gösteren maliye politikaları uygulamaları da kısmen devreye girdi. Bir yandan ABD Merkez Bankası 1,5 trilyon dolar genişleme ve sıfır faiz ile süreci başlatırken öte yandan ABD hükümeti de 50 milyar dolarlık bir harcama adımı atacağını açıkladı. Avrupa Birliği ülkelerinde faiz zaten sıfır. Almanya 500 milyar Euroluk bir paket, Fransa 300 milyar Euro’luk bir paket derken borçlu İspanya bile 200 milyar Euro’luk bir paketi devreye soktu. Türkiye de dün itibariyle 100 milyar TL’lik bir paket ile müdahale edeceğini açıkladı.

Ancak finans piyasaları bu adımlarda bile panik bir şekilde nakde dönmeye devam etti. Piyasalarda bariz bir iyileşme ortaya çıkmış değil. Merkez Bankaları ucuz kaynak ile finans piyasalarını beslemeye ve ayakta tutmaya çalışırken, yukarıda bahsettiğimiz paketlerin ortak noktası da yine sermayeyi yani işletmeleri ayakta tutmaya odaklanmış durumda. Anlaşılan o ki salgının etkileri ortadan kalkana kadar işletmeleri ayakta tutabilmeleri durumunda salgın sonrasında piyasada kalacak ucuz kaynağın hızlı bir büyüme yaratması bekleniyor. Beklenti bu iken gelinen noktayı ise aşağıda özetlemeye çalışayım.  

  1. Harcama paketlerinde kaynaklar, öncelikle işletmelerin ve finans kapitalin varlığını sürdürebilmesine odaklanmış durumda. Hanehalklarının bu sürede karşılaşacakları işsizlik ve gelir kayıplarını dikkate alan çok az önlem bulunuyor. Öte yandan refahı gelir artışı ile değil ucuz ve sıcak para ile artan tüketiciler bir hayli de borçlu durumda. Yani endişe geçmişe göre de katbekat fazla!
  2. 2008’de maliye politikalarının daha etkili kullanılması kriz esnasında ve sonrasında iyileşmenin daha hızlı olmasını sağlayabilecekti. Ancak içinde bulunduğumuz kriz, yaratılmak istenen algı nedeniyle finansal bir kriz gibi görünse de tam anlamıyla bir sağlık krizdir. Ekonomiye bulaşan virüsün etkilerinin ortadan kaldırılması için maliye politikalarının da bir etkisi olmayacaktır. Krizi kısaltabilecek tek şey salgına çözüm üretilebilmesidir.
  3. Bu dönemde maliye politikasının ise tek bir işlevi olmalıdır. O da zaten sağlığı ile ilgili endişe yaşayan vatandaşların, iş sahiplerinin bir de gelecek endişesi yaşamalarının önüne geçilmesidir. Ancak paketler bu endişeleri gidermek için oldukça yetersiz kalmaktadır.
  4. Bu süreçte piyasalara verilen trilyonlarca dolar, kamu borçlarının artması ile yaratılacak kaynakların asıl şok yerine palyatif çözümlere odaklanması, asıl ekonomik bedelin salgın bittikten sonra ortaya çıkacağına işaret etmekte.

Merkez Bankaları ve hükümetlerin aldığı önemler trilyonlarca dolar para yaratmış durumda. Güçlü yatırımcılar, salgının biteceği gün için ellerini ovuşturmaya başlamış durumdalar. Salgın bittiği gün piyasalarda bahar havası haberleri havalarda uçuşacak, bunu da hepimiz biliyoruz! Ancak bu bahar Türkiye ve Dünya için ilk bahar mı son bahar mı olacak onu da bir sonraki yazıda değerlendireceğiz.