Yeni Normale Doğru-1: Sağlık Krizi
Kriz dönemlerinin en önemli özelliği, çok daha fazla kısa vadeye odaklanmamız oluyor. Bizim gibi ülkelerde ise bu kısa vade, neredeyse haftalık hatta günlük yaklaşımlarla olayları değerlendirmemize neden olacak kadar kısalıyor. Hele bir de krizin ana çıkış noktası insan sağlığı olduğunda dakikalar bile çok önemli oluyor. Böyle dönemlerde ekonomiden bahsetmek de zorlaşıyor.
Ancak şunu unutmamamız lazım ki dünya tarihinde bugüne kadar hep olduğu gibi bugün de içinde bulunduğumuz salgın sona erecek. İçinde yaşadığımız endişeli günler de geride kalacak. İşte bu endişe dolu günlerde, biraz da panikle atılan adımlar o salgın sonrasında bütün dünyada ekonomiden siyasete, devletten insana bütün yaşantımızı etkileyecek. Ben de bu yazı dizisinde bu süreci ve salgın sonrasında ortaya çıkacak “yeni normal” nasıl tanımlanacak sorusuna yanıt aramak istiyorum. Öncelikle de bu noktaya nasıl geldik, sonra ne durumdayız, bu tespitler ışığında nereye gidiyoruz ve son olarak Türkiye bütün bu süreçlerin sonunda nasıl konumlanmalı sorusuna yanıt arayacağım. Elbette tüm bunlar bir yazıya sığmayacak kadar uzun, dolayısıyla bir yazı dizisi şeklinde soruları yanıtlayacağım.
Küresel Sistemin Kırılma Noktaları
Bu kadar iç içe geçmiş bir dünya düzeninde tek bir kırılma noktası işaretlemek çok zor. Son yirmi yılda dahi birçok farklı noktada sistemin çatlaklar yaşadığını söylemek mümkün. Ancak illa bir tarih işaretleyeceksek 2008 krizini işaretleyebiliriz. Krizin 2008 Küresel Finansal Krizi olarak tanımlandığını biliyoruz. Kriz her ne kadar konut kredileri ve bağlı olan türev piyasalar üzerinden patlamış ve bir mortgage krizi olarak tanımlanmış olsa da arka planında ciddi bir talep şoku yaşandığını görmemiz lazım. ABD’de 2000’li yılların başından 2004 ortasına kadar hızla %1 seviyesine inen faiz oranları, gayrimenkul sektöründe kredi temelli ciddi bir büyüme yaşattı. Verilen kredilere bağlı olarak büyüyen türev piyasalar ise devasa bir finansal büyüklüğe ulaştı.
Ancak tüm sistem hanehalkları tarafından alınan kredilerin geri ödenmesi üzerine kurulu bir sistemdi. Yani sistemde yaratılan hayali finansal araçların tamamı bir gerçeğe dayanıyordu. O da krediyi alan kişinin, krediyi geri ödeyebilmesi. Değişken faizli bu gayrimenkul kredilerinin zayıf noktası ise faiz artışı idi. Nitekim 2004 ortasından itibaren kademeli olarak FED faizleri %5’in üzerine kadar çıktı. ABD’de ücretler ise bu artışa yanıt verecek şekilde artmayınca, hanehalkları kredileri geri ödeyemedi. FED’in genişlemeci politikası bu noktada iki temel sonuç yarattı. Bu sonuçlar, varlık fiyatlarında (konutlar ve konut kredilerine bağlı türev ürünler) karşılığı olmayan bir şişme ve karşılığı olmayan bir finansallaşma oldu. Yani özü itibariyle 2008 Küresel Finansal Krizi adı verilen ve tüm finansal sistemin bir anda kilitlenmesine neden olan husus özünde bir tüketici ve gelir problemi idi.
Virüs, finansal sisteme bulaştıktan sonra da önüne geleni ezdi geçti. Yıllarca gelirleri giderlerine yetmeyen ve finansal sistemden ucuza borçlanarak refahı sürdürmeye çalışan Avrupa’da krizin yansıması bu borca en çok bağlı olan devletlerin sıkıntıya girmesi ile sonuçlandı. Yunanistan, İspanya ve İtalya gibi üretkenliği düşük ülkeler finansal sistemden önceki gibi borçlanamayınca neredeyse iflas konumuna kadar geldiler. Biraz uzun sürdü ama bu kırılma noktası dünyada sistemin ana sorunu görmezden geldiği ve sistemin çok daha kötü kırılmalara açık hale geldiği bir sürece dönüştü. Meselenin bir gelir paylaşımı sorunu olduğunu idrak edemeyen, kriz içindeki ülkelerin yaşanan soruna müdahalesi ise yine aynı yolla oldu.
Yani faizi sıfırlamak, yeniden parausal genişleme yaratmak. Bir başka deyişle hanehalkı gelirlerinin değil, borçlarının arttırılması yoluyla talebin canlandırılması. Bu amaçla ABD Merkez Bankası (FED), Avrupa Merkez Bankası başta olmak üzere tüm gelişmiş ülke merkez bankaları piyasaları, patlama öncesi şişkinlik seviyesine geri getirmeye çalıştılar. Ancak gelişmiş ülkelerde geliri artmayan hanehalkları uzun bir süre tüketim konusunda muhafazakâr davrandı. Yaratılan kaynak ise bu kez sadece gelişmiş ülkelerde değil gelişmekte olan ülkelerde de yeni balonların oluşmasına neden oldu. FED, 2013 itibariyle parasal genişlemeyi durdursa da faizleri iki yıl daha, 2015 sonuna kadar sıfır seviyesinde tuttu. 2015 sonunda itibaren kademeli olarak artan faiz oranları ile ilk sıkıntıya giren piyasalar ise bol ve ucuz kaynağa alıştırılan gelişmekte olan ülkeler oldu. O günden bu yana neredeyse tüm gelişmekte olan ülke piyasaları sürekli sert iniş ve çıkışlar yaşıyor.
2019 ortasına kadar faizi kademeli olarak yükselten FED, bir anda “piyasa” ve “Trump” baskısı ile geri adım atmaya başladı. Faizler yeniden düşüş sürecine girdi. Burada temel nokta hikâyenin başa dönmesi oldu. Her ne kadar ABD’de ekonomi 2010 itibariyle yavaş yavaş toparlanmaya başlamış olsa da, ekonomik büyüme ve işsizlikte dramatik iyileşmeler ortaya çıksa da fiyatlarda hareket olmaması ve doymayan bir canavar haline gelen “finans piyasasının” kaynak ihtiyacı FED’i yeniden genişlemeye zorladı. Ancak mesele şu ki bu genişlemeci yaklaşımın etkisi daha önceki gibi gelişmekte olan ülkelere yansımadı. Tam aksine ABD’deki tedirginlik, uluslararası yatırımcıların riskli gördükleri piyasalardan ABD’ye doğru hareketi hızlandırmalarına neden oldu.
Bu dönemde yaratılan ciddi kaynakla – tek başına FED’in 2 trilyon doları aşkın bir kaynak enjekte ettiği bir sistem- kara bir delik gibi gelen tüm parayı emerek yeniden şişen bir canavar halini almıştı. Ancak gözden kaçan iki nokta var. Birincisi şirketlerin mali değer artışlarının ya da kamu tahvil ve senet getirilerinin bu artışlara cevap verecek kalitede olup olmadığı sorgulanmadı. Salt kaynak girişi ile işler yolunda gidiyor sanıldı. İkincisi ve daha tehlikelisi ise ekonomilerdeki hayali bahar havası hanehalklarına neredeyse hiç yansımadı. Sonuçta bütün bu süreç zaten reel olarak yükselmeyen hanehalkı gelirleri ve adaletsizliğinin yanına bir de işlevini yitiren bir para politikası getirmiş oldu. Merkez bankaları kendi elleriyle şişirdikleri balonların çeperlerine yerleştiler.
Biraz uzun oldu ancak bugüne nasıl geldiğimizi ve bu salgın ve sonrasında ne yapmamız gerektiğini anlamamız için bu süreci ve asıl sorunu anlamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki yazıda koronavirüs ile başlayan kriz ve şu ana kadar alınan ekonomik tedbirlerin bugün ve gelecekteki sonuçlarını değerlendireceğim.
Yanıtlayın