Enflasyon rakamları 2003’ten bu yana en yüksek seviyeyi gördü. Aylık bazda %2,61 ve yıllık %15,39 fiyat artışları ile karşı karşıyayız.

Bu sonucun ortaya çıkmasında üç ana sebep saymak mümkün.

Birincisi gıda fiyatlarındaki artış.

İkincisi enerji maliyetlerindeki artış.

Üçüncüsü TL’deki değer kaybı.

**

TÜİK’in yayınladığı TÜFE rakamlarında gıda fiyatlarının artışına bakıldığında ise 2017 Mayıs – 2018 Mayıs döneminde fiyat artışı %19,3 düzeyinde. Yıl başından bu yana ise artış %14,25. Rakamlar bu kadar yüksek olunca insan ister istemez dünya fiyatları ile kıyaslama yapmaya kalkıyor. Bakın o kıyaslamanın sonucu ne?

FAO tarafından açıklanan Gıda Fiyat Endeksi 2017 Mayıs’tan 2018 Mayıs’a kadar geçen bir yıllık sürede 172,9’dan 176,2’ye gelmiş. Yani son bir yıl içerisinde küresel gıda fiyatları endeksine göre fiyatlar, sadece %1,90 artmış.

Demek ki Türkiye’ye has bir şeyler oluyor.

Rakamlar bir yana zam şampiyonlarının soğan, patates, limon olması da zaten meselenin Türkiye’ye has olduğuna net bir şekilde işaret ediyor. Bu konuda yazacak çok şey var ama başka yazılara bırakalım.

Ancak özetle tarımda komple üretimden tüketime kadar giden yolda ciddi bir reforma gidilmedikçe, ithal girdi kullanımı ve TL’deki değer kaybı sürdükçe bu tarafta yapabileceğimiz bir şey yok.

**

İkinci meselemiz enerji maliyetlerindeki artış. Üretimin en önemli girdisi enerji ve enerji fiyatları ise petrol fiyatları ile göbekten bağlı.

Özellikle Trump sonrası gerilen uluslararası ilişkiler, İran meselesinde ABD’nin takındığı şahin tutum, Venezuela başta olmak üzere petrol üretici ülkelerdeki sorunlardaki artış vs. derken petrol fiyatlarında dalgalanma sürüyor. Her bir dalgalanma ise daha yukarı seviyelerde bir fiyat oluşumuna neden oluyor.

Son bir yıl içinde brent petrolün varil fiyatı 44-45 ABD Doları’ndan 80 ABD Doları seviyesine gelmiş durumda. Petrol fiyatlarının önümüzdeki dönemde de artmaya devam edeceği beklentisi ise daha can sıkıcı ve şimdiden bazı analizlere göre 100 ABD Doları seviyesine çıkılması yıl bitmeden mümkün olabilir.

Burası fazlasıyla kontrolümüz dışında bir alan ve izlemekten başka çaremiz kısa vadede maalesef yok.

**

Gelelim son meseleye.

Son mesele TL’deki değer kaybı.

Yıllardır yazıyoruz.

Dünyada şartlar değişti. Para yönünü gelişmiş ülkelere çevirdi diyoruz.

Bu geçişi tamamen durdurmak mümkün değildi. Ancak etkisini azaltmak sözkonusu olabilirdi. Biz ise tam tersine bu etkiyi daha da çok arttırdık.

Paranın bol olduğu dönemde ithal hammadde ve aramal bağımlılığımız hat safhaya ulaştı.

Yani enflasyonu düşürmek için bir çözüm olarak görebileceğimiz üretim artışı bile TL’nin değer kaybı ve üretimde ithal bağımlılığı nedeniyle Türkiye için bir seçenek olmaktan çıkmış durumda.

Ve TL’nin değer kaybının etkisi enflasyonda her dönemde daha da fazla bir şekilde hissediliyor.

**
Şu aşamada enflasyonu yeniden kontrol altına alabilmek için atılabilecek adımlar oldukça kısıtlı. Bir hayli geciktik. Görmezden geldik. Biz bir müdahale beklemekle vakit kaybederken, müdahalelerin de etkinliği yok oldu gitti.

Nitekim uzun zamandır söylediğimiz de bu idi.

Yani fiyat istikrarının sağlanması için her ekonomik göstergede olduğu gibi kontrol edebileceğimiz hususlar ve bir de kontrol edemeyeceğimiz, bizim dışımızda gelişen hususlar vardı.

Maharet kontrol edemeyeceklerimizin yaratabileceği olumsuz etkiyi, kontrolümüz altında olan meselelerde en doğru hamleleri yaparak azaltmaktı.

Ancak hal böyleyken biz tam tersini yaptık.

**

Şimdi maalesef bizim kontrol edebileceğimiz alan bundan altı ay öncesine göre çok daha kısıtlı.

Türkiye’ye döviz girişini sağlayacak, dolayısıyla TL’nin yeniden değer kazanmasını sağlayacak ama aynı zamanda orta ve uzun vadede başta tarım ve sanayi olmak üzere ülkenin kritik alanlarında dönüşüm yapacak adımları atmaya başlamak, biraz acı bir reçeteyle yüzleşmek ve ardından da şartların lehimize gelişmesi için dua etmek zorundayız.

Durum bu kadar mı kötü derseniz?

Henüz tam hissetmiyor olabilirsiniz ama her geçen gün görüyoruz ki yaklaşıyor yaklaşmakta olan…