2016 Kasım’ında ABD Başkanı Donald Trump’ın ABD Başkanı olması ile başlayan süreçte dünyanın pek de iyi bir yere gitmeyeceği görülüyordu.

II. Dünya Savaşından sonra tüm dünyada küreselleşme ve serbest ticaretin lokomotifi olan ABD’nin yerine, Trump ve ekibi tarafından bambaşka bir dünya düzeni peşinde koşmaya hazır bir ABD yaratma çabası ortaya çıkmış gibi.

Trump, Obama’nın ikinci başkanlık döneminin imza projeleri olarak sayabileceğimiz Trans-Atlantik Yatırım ve Ticaret Ortaklığı (TTIP) ve Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) projelerini onca emeğe rağmen iptal ettiğini açıkladı. Her iki proje de Asya ve Avrupa ile ABD’nin daha serbest bir ticaret ve yatırım ortamı oluşturmasının önünü açmak üzere başlatılmıştı. Hem ABD’de hem de bu anlaşmalara taraf olan ülkelerde ekonomik büyüme ve istihdam açısından büyük umutlar yaratan bu projeler, Trump’ın çağın çok gerisinde kalan ekonomik korumacılık anlayışının kurbanı oldular.

Ancak turpun büyüğü heybeden bu yıl başında çıktı. ABD, Çin, Kanada ve AB ülkeleri ile mevcut ticaret açığını bahane ederek, serbest ticaret anlaşmalarını iptal etmekle kalmadı, bir adım daha geriye giderek gümrük vergisi artışları ile perçinledi. Bizim de gündemimize böylelikle “ticaret savaşları” bomba gibi düştü. (Hoş Türkiye’de biz yılbaşından bu yana daha çok kendi derdimizle meşgul olduğumuz için tartışma imkânı pek bulamadık. Ancak her şey yeniden normale dönmeye başlar başlamaz, bizim için de büyük önemi olan küresel ekonomik yapıtaşlarının yerinden oynadığını anlamaya başladık.)

Başkan Trump’ın gümrük vergisi uygulama planı ilk ortaya çıktığında, Çin’den gelen yanıt bir miktar içimize su serpmişti. Yıllarca komünizmin kalesi olan Çin, serbest ticaret rejiminin devamı için elinden geleni yapmaya hazır olduğunu ifade etti. Bu noktada ironik olan ise ABD ve Çin arasındaki rollerin değişimi idi. Birçoğumuz da dünyanın bugün geldiği noktayı göz önüne alıp böylesi bir sürecin plandan öteye gitmeyeceğini düşündük.

Ancak ABD’nin Çin’den ithal ettiği ve değeri 50 milyar doları bulan mallara uyguladığı %25’lik ek gümrük vergisi uygulamasına Çin de benzer şekilde 34 milyar dolarlık bir mal ithalatına vergi koyarak yanıt verince işin boyutu değişti.

6 Temmuz 2018 itibariyle de “ticaret savaşları” başlamış oldu.

Daha da kötüsü hemen bu uygulamanın başlamasının ardından Trump, Çin’den ithal edilen ve değeri 200 milyar dolara ulaşan başka mal gruplarına da %10 ek gümrük vergisi planını açıkladı. Çin de benzer bir karşılık vereceği bilgisini zaman kaybetmeksizin kamuoyu ile paylaştı.

**

Hikâye kısaca yukarıda özetlediğim gibi seyretti. Bu konu her açıldığında söylediğim şeyi bir kez daha burada söylemekte bir sıkıntı görmüyorum. Bu sürecin Trump görevde kaldığı sürece daha da derinleşerek devam edeceğini beklediğimi söylemeliyim. Nitekim gelen işaretler de meselenin Çin ile sınırlı kalmayacağı, daha şimdiden AB ve Kanada başta olmak üzere ABD’nin bu korumacı yaklaşımı arttırarak devam ettireceği yönünde.

Bugüne kadar yazılan raporlarda ABD’nin mevcut uygulamalarının ve tutumunun küresel büyüme temposu üzerinde sınırlı bir etkisi olacağı ifade edildi. Ancak karşılıklı hamlelerin devam etmesi, 2008 krizinden bu yana kendisini yeni yeni toparlamaya başlayan AB başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin büyüme temposuna beklenenin üzerinde etki edecek gibi görünüyor. Bu süreç, günümüz tedarik zinciri içerisinde bu ülkelerle yakın ekonomik ilişkilere sahip gelişen ülkeleri de yakından ilgilendiren bir gelişme.

Ancak benim altını çizmek istediğim nokta ise bir adım ilerisinde. Ticaret üzerindeki engellerin yaratacağı orta vadeli en önemli etkinin üretimde kullanılan aramal ve tüketim malları üzerinde yaratacağı fiyat artışları olacağını unutmaymak gerekiyor.

Yani eğer bu süreç derinleşerek devam ederse -ki beklentimiz o yönde, sadece küresel ticaretin ve büyümenin yavaşlaması anlamına gelmeyecek. Daha da kötüsü küresel ölçekte bir fiyat artış baskısı ile karşı karşıya kalacağız.

Tüm gelişen ülkelerin, AB ve ABD’deki enflasyon artış beklentileri ile ortaya çıkan faiz artırımı sürecinden şu son iki yılda ne kadar olumsuz etkilendiğini de dikkate aldığımızda, ticaret savaşlarının derinleşmesi ile yaşanacak enflasyonist baskının bu faiz artırımlarını daha da hızlandıracağını göz önüne almak durumundayız.

Bir sonraki yazıda daha detaylı olarak, bu senaryonun Türkiye başta olmak üzere gelişen ülkelere nasıl bir yansıyacağını değerlendireceğiz.

Bitirmeden son olarak aşağıya bir video bırakıyorum. Seçim sürecinde Trump’ın Çin konusunda yaşadığı baskıya ilişkin yapılmış eğlenceli bir video. Politikanın ne kadar değişken olduğuna dair de anlamlı.