Merkez Bankası, kasım ayında yaşanan başkan değişikliğinden bu yana fiyat istikrarı vurgusuna devam ediyor. Faiz artışı ve elinden geldiğince piyasa güvenini tazelemeye çalışıyor. Ancak şartlar maalesef pek de istenildiği gibi gitmiyor!

En önemlisi enflasyon rakamları son dönemdeki en yüksek seviyesine çıktı. Aylık bazda fiyat artışları bir miktar yavaşlamış olsa da ve yıllık sepette %15,61’lik bir fiyat artışı ile karşı karşıyayız. Önümüzdeki dönemde de özellikle haziran ayına kadar bu artış trendinin devam etmesi söz konusu. Hep yazdığımız üzere sokakta hissedilen enflasyon ise bu rakamın çok üzerinde!

Bu sonucun ortaya çıkmasında son dönemde öne çıkan üç ana sebep saymak mümkün.

Birincisi gıda fiyatlarındaki artış.

İkincisi enerji maliyetlerindeki artış.

Üçüncüsü TL’deki değer kaybı.

**

TÜİK’in yayınladığı TÜFE rakamlarında gıda fiyatlarının artışına bakıldığında ise son bir yıllık süreçte gıda fiyat artışı %20 seviyesinde. Dünyada da pandemi ve iklim değişikliğine bağlı olarak fiyat artışları devam ediyor. Türkiye’de maliyetlere ve pandemiye bağlı olarak yaşanan bu fiyat artışlarının yaz döneminde bir miktar yavaşlaması bekleniyor.

Bu beklenti maalesef oldukça iyimser bir beklenti! Bir kere son birkaç haftadır gördüğümüz üzere özellikle dövizin TL karşısındaki değer kazanmaya devam etmesi ithal edilen girdilerin (ilaç, gübre vs.) fiyatları üzerinde baskı yaratmaya devam ediyor. Öte yandan üreticinin neredeyse son on yıldır yaşadığı zarar ve yanlış destek politikaları, yanlış emeklilik politikaları ile birleşince çiftçinin zararına üretim yapmaya devam etmesi de maalesef pek mümkün görünmüyor. Buna bağlı olarak geçmiş yıllarda yaz döneminde artan üretim ile düşen gıda fiyatlarında son üç-dört yılda tam tersi bir süreci görüyoruz. Dolayısıyla bu yaz da benzer bir süreci yaşamamız oldukça muhtemel! Nitekim üretim üzerinde bir diğer olumsuz etki de iklim ve hava koşullarındaki değişikliğe bağlı yaşanabilir! Bu da gıda fiyatları tarafında önümüzdeki süreçte fiyat artışları baskısının devam etmesi ihtimalini göz ardı etmememiz gerektiğini ortaya koyuyor!


Yapılması gereken uzun zamandır söylediğimiz gibi tarım politikasında üretimden tüketime kadar her alanda ciddi bir reforma gidilmesi, ithal girdi kullanımının azaltılması ve piyasanın yeniden düzenlenmesi olarak görülüyor. Bütün bunlar ise bugünden yarına yapılacak işler değil!

**

İkinci konu enerji maliyetlerindeki artış. Üretimin en önemli girdisi enerji ve enerji fiyatları ise petrol fiyatları ile göbekten bağlı.

Özellikle pandemi ile ciddi dip yapan enerji fiyatları, küresel toparlanma beklentisi ve arzdaki sıkıntılar (Texas’taki soğuk hava, Suudi Arabistan’da yaşanan sorunlar vs.) nedeniyle petrol fiyatlarında artış sürüyor. Her bir dalgalanma ise daha yukarı seviyelerde bir fiyat oluşumuna neden oluyor.

Son bir yıl içinde brent petrolün varil fiyatı 35 ABD Doları’ndan 70 ABD Doları seviyesine gelmiş durumda. Petrol fiyatlarının küresel ekonomideki toparlanmaya bağlı olarak önümüzdeki dönemde de artmaya devam edeceği beklentisi ise daha can sıkıcı.

Burada TCMB’nin yapabileceği bir şey yok! Maalesef enerji ithalatını düşürmek bir anda olabilecek bir şey değil ve daha çok uzun vadeli yatırımlarla mümkün! Bu da bugünden yarına olacak bir şey değil! TCMB’lik bir iş hiç değil!

**

Üçüncü konu ise Türk Lirası’nın bir türlü istikrara kavuşmaması! Özellikle ABD’de enflasyonun kritik %2’lik eşiğinin üzerine bu yıl bile çıkabileceği ve FED’in parasal genişleme sürecine beklenenden daha erken son vermek durumunda kalması olasılığı dışardan gelen bir baskı olarak TL’nin son iki haftada 1 TL’ye yakın değer kaybetmesine neden oldu!

TCMB’nin geçtiğimiz yıl tükettiği 128 milyar dolarlık rezerv ve belki bu 128 milyardan daha büyük maliyeti olan son iki yıllık kredibilite kaybı ise yaşanan her olumsuz gelişmede TL’yi zor durumda bırakabiliyor. Görüldüğü üzere bu cephede de durumlar pek parlak değil! Kredibiliteyi toparlamak için şu ana kadar Ağbal yönetimi elinden geleni yapmaya çalışıyor ancak iş sadece Ağbal ve TCMB ile sınırlı değil! Hükümetin bu konuda geçmişteki hatalarının farkında olduğuna ilişkin samimi olduğunu ispat edeceği sınavlar ise daha henüz yeni yeni önümüze gelmeye başlıyor! Bu meselede de TCMB elinden geleni yapmaya çalışmış görünüyor!

**

Bir yanda bu gelişmeler olurken, diğer yanda ise ekonomi bürokrasisinde Borsa İstanbul Genel Müdürü Hakan Atilla istifa ediyor, Türkiye Varlık Fonu Genel Müdürü görevden alınıyor! Piyasalarda ise 18 Mart’ta yapılacak Para Politikası Kurulu toplantısı bütün bu gelişmeler ışığında ortaya çıkan bir faiz artışı beklentisi nedeniyle ilgiyle takip ediliyor.

Herkesin kafasındaki soru enflasyondaki artış ve artan belirsizlikler çerçevesinde TCMB’nin yeni bir faiz artışı yapması gerektiği gerçeğine karşı bu faiz artışını yapıp yapamayacağı! Son iki aydır elindeki imkanlarla doğru adımlar atmaya çalışan Ağbal’ın belki de ilk önemli sınavı da bu!

Ekonomide böyle bir değişim yaşanırken, ciddi faiz artışlarına rağmen Dolar, 8 TL sınırına doğru yol alırken, acaba Ağbal’a geçmişte Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasına neden olan talimat (!) verilir mi?

Yani “Faizi arttırırsak dövizi tutarız dediydiniz, bakın olmadı yine 8’e dayandı, faizi indirelim” denir mi? Denirse Ağbal ne cevap verir?

Ağbal ise bugüne kadar gösterdiği performansa uygun olarak ekonomik gerçeklerle yapılması gerekeni yapacağını söyler mi?

Umarım söyler!

Zira gördüğünüz gibi para politikasının etkisi sınırlı ve kısa vadeli! Ağbal mevcut şartlarda elinden geleni yapmaya çalışıyor! Asıl mesele bu noktadan sonra temel sorunlara eğilmek! Bu sorunlar ise isimlerle değil, sistemle ilgili!

Ve bu aşamada bir TCMB bağımsızlığı krizi daha kaldıracak durumda değiliz!

Kenara not edelim!