Bir söz vardır. Ölçemediğiniz şeyi yönetemezsiniz. Dolayısıyla doğru ölçümler yapabilmek, doğru verilerle hareket edebilmek, iyi bir yönetim sergilemenin de en önemli kurallarından biridir! Neden bununla başladığımı aşağıda kısaca anlatmaya çalıştığım enflasyon örneğini okuduğunuzda daha iyi anlayacağınızı sanıyorum.

Biliyorsunuz Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) pazartesi günü enflasyon rakamlarını açıkladı! Bu rakamlara göre aralık ayı için enflasyon %1,25 ve 2020 yılı için yıllık %14,60 olarak belirlendi. Rakamların gerçekleri ne kadar yansıttığı tartışması da son birkaç yıldır her ay olduğu gibi yine rakamlar açıklanır açıklanmaz başladı. O tartışmalar içerisinde öne çıkan bir diğer rakam ise Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) tarafından açıklanan enflasyon verileri oldu. ENAG’ın yaptığı hesaba göre Türkiye’de 2020 yılı enflasyonu %36,72 olarak ölçüldü!

Bu sayfada ne doğru ne yanlış tartışmasına girmeden bu rakamların bizim için ve 2021 yılı için ne ifade ettiğini kısaca anlatmak istedim. Dolayısıyla da doğru ölçümün hepimizin hayatı için ne kadar önemli olduğunu… Buyurun kısaca son dönemde yaşadığımız gelişmeler üzerinden birlikte bakalım!  

Birinci başlığımız biraz daha 2021 yılı makroekonomik görünümü ile ilgili. Bu ay açıklanan enflasyon, bir sonraki yıl için enflasyon beklentilerini ve dolayısıyla da önümüzdeki dönemde TCMB’nin para politikasını etkileyecekti. Rakam daha açıklanmadan önce, TCMB’nin politika faizini %17’ye artırmış olmasıyla 2020 yılının sonunda ilk kez tasarruf sahiplerine TÜİK enflasyonunun üzerinde bir faiz oranı sunulmuş oldu. Ancak görünen o ki önümüzdeki yılın ilk yarısında enflasyondaki artış hem gıda fiyatlarındaki küresel trend hem de üreticideki maliyet baskısıyla devam edecek gibi. Bu da pandemi döneminde TCMB’yi daha fazla faiz arttırma baskısıyla karşı karşıya bırakabilir.

Zaten ekonomik durgunluğun faiz artışları ile derinleştiği, genel olarak da kredilerle dönmeye mahkum edilmiş bir ekonomide, reel sektörün, esnafın, tüketicinin daha fazla ne kadar faiz artırımına tahammül edebileceği önemli bir soru işareti!  Öte yandan ENAG’ın açıkladığı enflasyon oranı ise Türkiye’de hala tasarruf sahiplerinin neden Türk Lirası’na dönüş yapmadığını da açıklıyor. Türkiye’de tasarruf sahipleri hala TL mevduat faizlerinin enflasyon üzerine çıkmadığını ve dolayısıyla TL’de kalmanın tasarruflarını eriteceğini düşünmeye devam ediyor! Bu da para politikası etkinliğinin önümüzdeki dönemde de sorgulanmaya devam edeceği anlamına geliyor.

Öte yandan TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranlarının önemli olmasının ikinci nedeni, milyonlarca memur ve emeklinin maaş zamlarının belirlenmesi açısından da önemliydi. Yılın ilk yarısı için temmuz ayında memur ve memur emeklileri %5,75 zam almışlardı. SGK ve BAĞKUR emeklileri de %6,75’lik bir zam aldılar. Aralık ayında açıklanan enflasyon oranları ile birlikte yine memurlar ve memur emeklileri %7,36 ve SGK ve BAĞKUR emeklileri de %8,36 oranında zam aldı.

Kafanızı rakamlarla çok karıştırmayayım. Tüm bu zamların sonucunda memurlar ve memur emeklilerinin 2020 yılında aldıkları zam oranı %13,6. SGK ve BAĞKUR emeklilerinin zam oranı da yıllık %14,6 oldu. Gördüğünüz üzere TÜİK’in açıkladığı yıllık enflasyona göre (%14,6) memur ve memur emeklilerinin satın alma gücünde sene başına göre bir kayıp oluşurken yine TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre SGK ve BAĞKUR emeklilerinin satın alma gücünde bir kayıp olmadı. Öte yandan geçtiğimiz hafta açıklanan asgari ücretteki %21,5’luk zam ile asgari ücretlinin de yıl başına göre satın alma gücü TÜİK enflasyonu ile 7 puan artmış oldu.

ENAG tarafından açıklanan enflasyon oranlarına göre ise durum tam bir facia. ENAG tarafından hesaplanan %36,72’lik enflasyona göre memur, memur emeklisi, SGK ve BAĞKUR emeklisi, asgari ücretlisi kısaca yeni yılda %36,72 altında zam alan herkes kaybetti!

En çok kim kaybetti diye sorarsanız onu da söyleyeyim.

TÜİK ya da ENAG enflasyon oranları fark etmeksizin satın alma gücü en çok eriyen 2021 yılı bütçesinde maaşına sadece %8,30 zam alabilen Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu!

**

Boğaziçi Üniversitesi Meselesi

Bu hafta ekonomi gündeminde konuşacak çok konu var ancak bir akademisyen olarak sosyal medyada gördüğüm Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına vurulan kelepçe ile ilgili ses etmeden geçmek istemedim. Baştan ifade edeyim ki, üniversite kapısına kelepçe vurursanız ekonomide sorunlar bitmeze bağlayacak değilim! Böyle bir kolaycılıkla geçilecek bir konu değil!

Çünkü doğrular sadece zor durumda kaldığımız ya da kalma riskiyle yüzleştiğimiz için değil, her zaman doğru oldukları için yapılır. Bir üniversitenin kapısına kelepçe takmamayı, özgürlükleri genişletmeyi, hukuk reformları yapmayı ekonomi iyi gitsin diye değil, daha iyi şartlarda yaşayalım diye yaptığımızda gerçekten daha iyi bir ülkede yaşamış olacağız! Aksi takdirde yukarıdaki TÜİK örneğinde de olduğu gibi ülkenin belkemiği konumunda olan kurumlar işlevini yitirmeye hızla devam edecek.