Bugünlerde verilerin ne kadar önemli olduğu, o verilerle ancak doğrulara ulaşıldığını maalesef acı bir şekilde bir kez daha görüyoruz. Biz ekonomistler için ise neredeyse söylediğimiz her konunun verilere dayanması büyük kıymete sahiptir. Zira özellikle iktisat politikası tarafında yapmaya çalıştığımız şey, mevcut durumu gösteren verileri kullanarak bir sonraki sürecin nasıl olacağını veya nasıl daha iyi olabileceğini anlamaya çalışmaktır.

Bu yazıyı yazarken de bir miktar geleceğe ilişkin bir şeyler söylemek mümkün mü diye verilere baktım. Ancak hem içinde bulunduğumuz krizin çok yeni olması hem de henüz daha ortada ekonomideki kırılmaya ilişkin göstergelerin ortaya çıkmamış olması bunu imkânsız kılıyor. Nitekim iktisatçıların neredeyse büyük çoğunluğu da kendilerine sorulan soruları ellerinde veri olmadığı için genel-geçer cümlelerle yanıtlamaya, daha doğrusu yanıtlamamaya çalışıyor. Dolayısıyla durumu tespit edemediğimiz ve yarın ne olacağını çok da öngöremediğimiz ancak senaryolarla hareket ettiğimiz bir dönemdeyiz. Bir de tabii kriz öncesindeki durumlara ilişkin verilerimiz var. Elbette ortada ciddi bir yapısal kırılma var ve her şey çok daha farklı olacak gibi görünüyor.

Krizin başlaması ile birlikte en fazla tartışılan konuların başında ise özellikle devletin böyle bir dönemde sağlık krizi kadar geçim krizini de nasıl yöneteceği idi. Salgının önlenmesindeki en etkili önlemin evde karantinada kalmak olduğu ortaya çıktığında iki soru ortaya çıktı. Birincisi çalışmak zorunda olanların durumu ve ikincisi ise kapanan işyerlerinde çalışan insanlarımızın geçiminin nasıl sağlanacağı. Burada ise temelde birçok iktisatçı artık birçok noktada gerekirse para basılması gerektiği fikrini ortaya koydu.

Kriz öncesi durumlarla bugün atılan adımları birlikte değerlendirdiğimizde ortaya çıkan tablo hem gerçekçi hem de can yakıcı. Son iki yıldır ciddi bir ekonomik krizin içinde olan Türkiye’de devletin krizden çıkma formülü neredeyse en olmadık kaynaklara da başvurmak suretiyle kamu harcamalarını arttırmak olmuştu. Geçtiğimiz yıl IMF tanımlı bütçe açığı 200 milyar TL’ye ulaştı. Bu harcama temposu yılın ilk iki ayında da devam etmişti. TCMB’den gelen 40 milyara yakın kar transferi dışarda bırakıldığında ilk iki ayda 30 milyar TL’ye yakın bir açık verdi bütçe. Mart ayında ise virüs gündeme geldi ve hepimiz yüzümüzü devlete çevirdik.

Bugüne kadar ilan edilen önlemleri zaten okudunuz. Programın temeli destekten ziyade borç verme odaklı. Yani TCMB yoluyla bankalara ucuz ve hızlı finansman, bankalar eliyle de sıkışık duruma düşen iş çevrelerine ve vatandaşlara ödeme ertelemeli, uygun faizli krediler. Vatandaşa ise kısa çalışma ödeneği ve dar gelirlilere yönelik 1.000 TL’lik destek ödemeleri dışında göze batacak büyüklükte bir destek bulunmuyor. Hatta geliri 5.000 TL altında kalanlar için de kredi kolaylığı ve borçlanma öneriliyor. Kısa çalışma ödeneği zaten bu dönemler için ve işsizlik fonundan finanse edilecek. Diğer kalemler ise zaten Türkiye için çok büyük harcamalar değil. Asıl sorun yaşaması beklenen kitle olan çalışanlar ya da krizden önce ve krizle birlikte işsiz kalanlara yönelik olarak somut bir adım göremedik. Yukarıda da yazdığım gibi çünkü kaynak yok!

Bu süreçte Türkiye’nin en çok övündüğü konulardan biri kamunun düşük borcu idi. Buna karşılık ise hem özel sektör hem de vatandaşlar Cumhuriyet tarihinin en yüksek borç seviyesine sahip. Yani zaten borçlu olana daha çok borç vaat etmek oldukça yaratıcı bir çözüm olsa gerek. Ancak asıl mesele bırakın daha fazla borçlanmayı mevcut borçları da belki azaltmak olabilirdi. Ama dedik ya kaynak yok!

Peki bu kaynak bulunabilir mi? Para basmak buna bir çözüm mü?

Açık söylemek gerekirse başta IMF olmak üzere öncelikle dış kaynak bulmaya yönelik adımlar atılması şu dönemde çok daha akıllıca olacaktır. Para basmak fikrinden ise kaçabildiğimiz kadar kaçmanın büyük önemi olduğunu düşünüyorum. Bugün çalışan herkese geçimini sağlayacağı bir gelir yaratmanın maliyeti kabaca aylık 120 milyar TL civarı. Bu rakamın yarısı aylık işimizi görür. Yani 10 milyar dolardan bahsediyoruz. 3 aylık sürede bu rakam 30 milyar dolara çıkacaktır. IMF’nin bugün acil destek fonundan ve iç/dış borçlanma ile Türkiye belki bir miktar kamu borcu artarak ama içerideki insanların geçim krizini yok ederek çıkabilecek durumdadır.

Para basmak ise bana kalırsa bugünkü iktidar için Pandora’nın kutusudur. Bir kere açılırsa, bir daha kapanır mı, hiç akla gelmeyen çözümlerin içinde ilk sıraya yükselir mi sorusuna geçmiş deneyimlerle birlikte ben bir türlü olumlu yanıt veremiyorum. Dolayısıyla bir an evvel çözümü hayata geçirmek için borçlanma yoluna gidilmeli.

Unutmayalım salgın bitecek. Salgın bittiğinde bu kriz de!

Ama başka krizler hep kapıda!