Yeni yılın ilk ayını geride bıraktık. Bir sürü umut ve heyecanla başlanan yılın daha ilk ayında hem dünyada hem de Türkiye’de yaşananlar hepimizin canını fazlasıyla sıktı. Avustralya’da yangınlar, Çin’de baş gösteren korona virüsü dünyada belki de öne çıkan gündem maddeleri iken biz de özellikle Elazığ’da yaşanan deprem ile hem fiziki olarak hem de yaşadığımız kayıplarla birlikte mental olarak sarsıldık. Bütün bunlar önümüzdeki yıllarda küresel sorunların hayatımızda daha fazla etkisi olacağının habercisi mi yoksa insanlık son dönemde sık konuşulan teknolojilerle bu sorunlara çözüm bulabilecek mi önemli bir tartışma konusu.

Nitekim küresel ölçekte tüm liderleri bir araya getiren Davos-Dünya Ekonomik Forumu’nun da temel gündem maddelerinin hepsi bu konu ile ilgili idi. Zirvede küresel iklim değişiklikleri ile ilgili tartışmalar gündemde en öncelikli madde olarak ele alınırken bir diğer önemli konu da dünyayı bugün içinde bulunduğumuz noktaya getiren “sürekli daha çok kazanma” arayışının yerine “paydaş kapitalizmi” kavramının gelip gelmeyeceği oldu. Paydaş kapitalizmi kabaca şirketlerin faaliyetlerini sürdürürken daha fazla kendisi dışındaki paydaşları (işçiler, tüketiciler, doğa vs.) dikkate almasını ve bu temelde faaliyetlerine devam etmesini öngörüyor. Kapitalizmin babalarından Friedman’ın söylediği “şirketlerin en önemli sosyal sorumluluk projesi kar etmektir” yaklaşımının yerine getirilmeye çalışılan bu anlayış ise bana kalırsa yine bir gizli görev projesi gibi.

Üzerine daha fazla yazıp çizeceğimiz paydaş kapitalizmi kavramının ülkeler açısından bir karşılığı olacak mı sorusuna bugün yanıt vermek zor. Ancak başta Avrupa olmak üzere gelişmiş ülkelerde çevre, yaşam kalitesi, sağlık vs. gibi konularda ortaya çıkan endişeler, refah devletinin içinde bulunduğu kriz ile buralarda sağlanan refah ortamının devamına ilişkin finansman güçlükleri önümüzdeki dönemde konunun daha da fazla tartışma yaratacağının en önemli göstergeleri. Diğer yandan ABD’nin mevcut yönetiminin ise bütün bu meselelerle ilgisinin olmadığını da Davos’ta yakından gözlemleme fırsatı bulduk. Küresel meseleleri bir kenara koyan ABD yönetiminin tek derdi, ülkesi içerisinde daha fazla ekonomik büyüme yaratmak gibi görünüyor.

Peki önümüzdeki yıllarda bu tip sorun çözme hamleleri dünya için işe yarayacak mı? Yoksa daha büyük sorunlara gebe bir dünya yaratmaya devam mı edeceğiz? İşte bu sorunun yanıtını birlikte aramak için Türkiye, İspanya, Macaristan, Belçika ve Hollanda’dan 100 üniversite öğrencisi ile 2050 Uzgörüsü başlıklı bir proje kapsamında bir araya geldik. 5 gün sürecek çalışmada gençlerin 2050’de küresel sorunların kendileri üzerindeki etkilerini nasıl aşacaklarını ve nasıl bir gelecek istediklerini anlamaya çalışıyoruz.

Burada yaptığımız egzersizlerden biri de gençlerin 2050 yılında arzu ettikleri geleceği yaratmak için ihtiyaç duydukları değerleri sormak oldu. Sonuçlara bakıldığında ise umutlanmak için oldukça fazla nedenimiz var. Tüm detaylar bir yana 5 farklı ülkeden 100 gencin önümüzdeki yıllarda en fazla ihtiyaç duyduklarını ifade ettiği değerler eğer gerçekten küresel bir uzlaşma içerisinde ele alınabilirse, bugün yaşadığımız sorunları çözebilmek mümkün olur mu bilemem ama en azından daha fazla derinleşmesini engelleyebiliriz.

Gençlerin verdiği cevaplarda yenilikçilik, eşitlik, saygı, sürdürülebilirlik kavramlarının en çok öne çıkan kavramlar olması da tesadüf olmasa gerek. Gençlerin geleceğin daha iyi olması hakkında sahip oldukları fikirlerin yarını planlarken hepimiz için önemli pusulalar olacağını da artık tüm liderler anlamak zorunda. Nitekim 12 yaşındaki iklim aktivisti Greta Thurnberg gibi genç karakterlerin önümüzdeki dönemlerde başka konularda da sesini daha fazla duymaya başlayacağız. Her ne kadar ABD Başkanı Trump ve takipçileri Thurnberg gibi isimleri ciddiye almayan açıklamaları bugün yapsa da, yarın bütün politikacılar da sermaye sahipleri de yukarıda saydığımız kavramlara daha fazla dikkat etmek zorunda kalacaklar.

Aksi takdirde ya şirketleri batacak ya da iktidarları bitecek!

Bizden söylemesi!