Devlet harcadı ama ne işe yaradı?
2008 Küresel Finansal Krizi sonrası özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde federal ve eyalet yönetimlerinin harcamalarını hızlı bir şekilde arttırması üzerine ciddi tartışmalar yaşanmıştı. Bu tartışmalarda krizden çıkış ve ekonominin yeniden büyümesi için kamu harcamalarının arttırılması hususunda başta Krugman olmak üzere kamunun büyüme içerisindeki rolünün arttırılmasının önemini ifade eden yazılar yazmıştı. (Bir örneği için buraya tıklayabilirsiniz)
ABD’de hem ABD Merkez Bankası (FED) tarafından yapılan parasal genişleme hamleleri hem de bütçe harcamalarındaki artış ile birlikte krizin etkilerinin ciddi ölçüde azaltıldığını son üç-dört yıllık süreçte açıklanan göstergelerde yakından takip ettik. Neredeyse %10’a ulaşan işsizlik oranı %3,5 seviyesine kadar geriledi ve burada istikrarlı bir şekilde devam ediyor. Trump sonrası başlayan küresel ticaret savaşları ile birlikte her ne kadar bir miktar endişe artmış olsa da ABD’de işler fena gitmiyor.
Tabii bu yazının konusu ABD ekonomisi değil. Son dönemde Türkiye ekonomisinin büyüme/küçülme temposu üzerinde belirleyici hale gelen bir kamu harcaması temposu var ve öte yandan bütçe açıkları da son dönemde hızlı bir şekilde artmış durumda. TCMB’den ocak ayındaki kar transferi olmasa mayıs ayı itibariyle bütçe açığı 100 milyar TL’yi bulmuş olacaktı. Daha detaylı analiz için size Hakan Özyıldız’ın bloğunda yazdığı son yazının linkini de buraya bırakıyorum.
1990’lı yılları seçim ekonomisi altında yaşamış, 2000’li yılların başında bu hastalığından kurtulmak üzere olan ülkemizde 2014 yılından bu yana hepsi de oldukça tartışmalar altında geçen sekiz seçimi geride bıraktı. Ve aşağıdaki tabloda da gördüğünüz üzere 2016 yılının tamamında ve 2018 yılının ikinci çeyreğinden bu yana kamu harcamalarının büyümesi, GSYİH büyümesinin üzerine çıkmış. Yani kamu harcamaları bu dönemlerde Türkiye ekonomisindeki büyümenin oldukça üzerinde gerçekleşmiş. Bir başka deyişle kamu, ekonomideki büyümeden daha fazla harcama artışı yapmış.

Başta da yazdığım gibi dünyada birçok ülkede ekonomide yavaşlama sinyalleri ortaya çıktığında ya da ekonomik bir kriz ile karşı karşıya kalındığında elbette devletin bir aksiyon alması ve kamu harcamalarını arttırmak, kamu istihdamını arttırmak suretiyle ekonomideki kriz ortamının sona ermesi ya da durgunluğun ortadan kalkması için çaba sarf etmesi normaldir. Ancak burada tartışmalı olan konu ise arttırılan harcamaların etkili sonuç verip vermediği ve hiç beklenmedik bir şekilde gelir adaletsizliğini derinleştirebilme ihtimalidir. Hele bir de Türkiye’de kamunun son dönemde harcama kültürünün çok tartışmalı bir hale geldiği dikkate alındığında bu eşitsizlik olasılığı daha fazla ortaya çıkabilmektedir.
Bu noktada temel soru, ABD’de uygulanan kriz sonrası politikaların yarattığı etkinin bizdeki gibi toplumun geneline yansıyıp yansımadığıdır.

Onun için de kabaca yukarıdaki grafiğe bir bakalım.
Maalesef görünen o ki özellikle kamu harcamalarındaki artış ya da faiz dışı açığın arttığı dönemlerde işsizlik rakamlarında da bir artış söz konusu oluyor. Doğrudan bir nedensellik ilişkisi kurmak için bu gösterge yeterli değil ancak şunu söyleyebiliriz ki son dönemde takip ettiğimiz genişlemeci maliye politikasının pek de ekonomide istenen toplumsal sonuçları yaratmadığını söylemek mümkün. Özel sektörün büyüme içerisindeki rolünü yeniden yatırım ve üretim odaklı arttırmadığımız sürece, kamu harcamalarını arttırarak ekonomik daralmanın şiddetini düşürsek de toplumun geniş kesimlerinin ana sıkıntısı olan işsizlik sorununu çözemeyeceğimiz net bir şekilde görünüyor.
Son olarak bu sürecin Türkiye’de sadece son döneme has bir durum olmadığı, 2005 yılından bu yana da bütçe dengesi ile işsizlik arasında ters orantılı bir ilişki olduğu aşağıdaki grafikten de görülmekte. Bu saatten sonra ekonomi politikası yapıcıların, 23 Haziran seçimini de geride bıraktığımıza göre artık ekonomideki büyümeyi, gerçek aktörlerin sağlayacağı bir ortamı yeniden yaratmak durumunda, daha fazla harcayarak istenen sonucu yaratamadığını anlamak zorundadır.

Türkiye’de yaratılan uluslararası ilişkiler temelli siyasi riskler ve o risklerin yarattığı riskli ortamı hızla güvenli ve istikrarlı bir ortama dönüştürmek, kamunun dışlayıcı etkisini de disiplinli bir şekilde değiştirmek gerekmektedir. ABD’de faiz artırım sürecinin durması ve hatta tersine dönebilmesi ihtimali Türkiye’ye bu adımları atma konusunda yeniden finansal bir fırsat sunuyor. Önemli olan bu fırsatı da ziyan edip etmeyeceğimiz.
Geçmişte genellikle ziyan ettiğimiz düşünüldüğünde umarız bu sefer daha farklı hareket edebiliriz.
1 Yorum